29 Haziran 2008 Pazar

Psikiyatrist

Psikiyatrist



Psikiyatrist Dr. Gönül ERDAL kimdir?




Psikiyatrist Doktor Gönül ERDAL

Mezun Olduğu Okullar
Ankara Anadolu Lisesi
Ak.Ü.Tip Fakültesi

İhtisas Aldığı Yer
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastaliklari Hastanesi

İş yeri
Ankara Yüksek Ihtisas Hastanesi
TEL :0312 3061510

Muayenehane
Tunalı Hilmi cad. 85/7 Kavaklıdere Ankara
TEL 0 312 426 76 18 -0312 467 63 00
CEP TEL :0532 2633480

Uzmanlık Alanları
Depresyon ve depresyon spektrumundaki hastalıklar
Anksiyete bozuklukları spektrum hastalıkları
Alkol bağımlılığı
Uyusturucu Madde bağımlılığı
Obsesif-Kompulsif Bozukluklar
Cinsel Islev Bozuklukları
Uyku Bozuklukları
Uyum Bozuklukları
Hipnoz







Psikiyatri Uzmanı

İletişim

Psikiyatri Uzmanlığı

Sıradan Bir ferd Olmak

Sıradan Bir ferd Olmak

Modern çağın kişiyi daha çok birey olarak ön plana taşımaya başlamasından bu yana kişisel gelişim çok daha önemli olmaya başlamıştır. Hakkında yüzlerce kitaplar yazılan, seminerler verilen kişisel gelişim neden bu kadar önemli sizce. Sıradan insanların, sıradan bir şekilde yaşayıp ölüp gitmesini kaldıramıyor insanlık. Yaşam artık farklı olmak ve farklı olmayı fark ettirmek üzerine kurulmuş olan ilişkiler yumağı haline geldi.

Sıradan olmamayı ve sıra dışılığın gelişimi nasıl beraberinde getirdiğini Haluk Bilginer’in bir oyunundan sizlere anlatmaya çalışayım. Oyunun adı “Ermişler yada Günahkarlar”. Oyunda sıradan olmak aşağılanıyor. Kişinin hangi uçta olursa olsun farklı olması yüceltiliyor. Bir seri katilin ruh dünyasını çözümlerken psikoterapist ile katil arasındaki konuşmalar ve tahlilleri ele alıp inceledim. Seri katil olmak bile bir olağan dışılık, farklılık hali. Ölümsüz olmanın yolu; ya ermiş olmak yani yaptığı işin en mükemmeli olmak yada bir ucundan bakıldığında günahkarların en günahkarı olacak noktada dolaşmak olduğu söyleniyor oyunda. Hatta sıradan olmak şöyle aşağılanıyor. “Sıradan kalabalıklar Allah hepinizin belasını versin. Çünkü hepiniz değişime ve gelişmelere karşısınız.” İşte bu anlayış sıradan olmamayı övüyor ve tavsiye ediyor.

Dünya üzerindeki her türlü atılım sıradan olandan vazgeçip sıra dışı yada farklı olmakla sağlanmıştır. Size basit bir örnek vereyim. Yüksek atlamada kural çıtanın üzerinden sıçrayıp öbür tarafa çıtayı düşürmeden geçmektir. Size kimse şöyle atlayın demiyor. Bu gün iki buçuk metreye dayanan rekor çok uzun yıllar bir buçuk metre civarındaydı. Çünkü herkes koşarak geliyor ve yüzükoyun sıçrayıp çıtayı geçmeye çalışıyordu. O sıra dışı gün gelip bir sporcunun uzaktan gelerek sırtüstü sıçramak suretiyle yapılan atlayışı keşfedilmesiyle rekor 1 metre geliştirilmiş oldu. Bugün sıradan kabul ettiğimiz bu atlayış zamanında yapılmış sıra dışılığın bir sembolüdür bence.

Yaşamda başarılı olmak ve sıradanlığın ötesine geçmek için kendi yeteneklerimizi ve hayat tarzımızı bir kez daha gözden geçirelim. Birbirinin aynı geçirdiğimiz günlerin telafisi olmayan kayıplar olduğunu unutmayalım. Önce kendimizi tanıyalım sonra da geliştirmek için çaba sarf edelim. Bu hem kendimiz hem de çevremiz için çok faydalı olacaktır emin olun.

Şimdiye kadar hiç düşünmediyseniz bu akşam oturun düşünün yaşamın neresindesiniz. Sıradan bir yaşam mı sürüyorsunuz? Yoksa kişisel gelişim için her gün bir adım öteye mi gitmek istiyorsunuz? Elinizdeki kaynak nedir ? Ne kadarını kullanıyorsunuz ve gelişim için hangi alanı tercih edeceksiniz ? Hayatımızda yeni atılımlar yapacaksak ve hayatı anlamlandıracaksak sıra dışı bir atılım yapmak zamanıdır artık. Bir sonraki gün bu günden daha ileride olmalısınız. “Sıradan kalabalıklar Allah hepinizin belasını versin. Çünkü hepiniz değişime ve gelişmelere karşısınız.”demiyorum ama sıra dışı olmanın gerekliliğine inandığımı bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

ALKOLİZMDEN KURTULMAK MÜMKÜN MÜDÜR?

ALKOLİZMDEN KURTULMAK MÜMKÜN MÜDÜR?

Toplum, alkol kullanımını kontrol edemeyen kişilerin ruhen zayıf hatta dengesiz olduğunu düşünür. Bir çok alkolik de kendisini böyle görür. Ancak alkolizmin bir hastalık olarak görülmesinden asıl kasıt kişinin alkol karşısında iradesini ve seçim yapma gücünü kaybetmesidir. Alkol karşısında güçsüzlüğünü kabul etme ve bu konuda yardım arama, iyiye doğru değişimin ilk adımı ve mutlak şartıdır. Milyonlarca insan bu ilk adımla başlanan yolda alkolün sosyal hayatlarına verdiği zararların üstesinden gelmişlerdir.

Hasta olduğunu kabul edip iyileşmeye istekli olan kişiler tedaviden ve adsız alkolikler gibi kendine yardım (self help) gruplarından en iyi yararlanırlar. Ama tedavi için kişinin ‘alkolik’ olduğunu kabul etmesi şart değildir. Önemli olan danışma amacı ile de olsa bir uzmana başvurmasıdır. Çünkü tedavicinin görevi kişiyi, eğer varsa, tedaviye ihtiyacı olduğuna ikna etmektir. Bunun belli teknikleri vardır. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki bağımlılık tedavilerinin ve kendine yardım gruplarının etkinliği kesin olarak kanıtlanmıştır.

ALKOLİZM BİR HASTALIK MIDIR?

ALKOLİZM BİR HASTALIK MIDIR?

Alkolizm müzmin (kronik), tekrarlayıcı bir hastalıktır. Bu hastalık ilerleyicidir, yani gittikçe kötüleşebilir. Aralarda kendiliğinden ya da herhangi bir dış etkiyle belirtileri azalsa bile zaman içinde yeniden ortaya çıkabilir. Alkolizm; şeker hastalığı, yüksek tansiyon vb diğer kronik hatalıklar gibi sürekli takibi gerektirir. Aralarda kriz durumları yaşanabilir.

Alkoliklerde alkole karşı fiziksel bir duyarlılığın yanında bütün istenmeyen sonuçlarına rağmen sadece irade gücü ile yenilemeyen bir içme arzusu vardır. Yani bu kişiler alkole bağlı olarak yaşadıkları kötü sonuçlardan ders almazlar ve hatta başlarına gelenlerin gerçek nedeninin alkol olduğunu inkar ederek teselliyi yine alkolde ararlar.

ALKOL BAĞIMLILIĞI NEDİR?

ALKOL BAĞIMLILIĞI NEDİR?

Aşağıdakilerden en az üçü varsa alkol bağımlısı tanısı koyarız

Niyetlendiğinden daha fazla miktar ve sürede alkol almak. Örneğin kişi bir bardak içmek için başlar, ama bir şişe bitirmeden kalkamaz.

Kişi bırakmayı istediği ya da defalarca bırakmayı denediği halde yeniden içmeye başlar. Zaman zaman bir kaç gün ya da ay içmeyebilir. Bunu ‘istediği zaman bırakabildiğinin’ kanıtı olarak göstermeye çalışabilir.

İçkiye fazla vakit ayırır. Bazıları gün içinde kimseye fark ettirmemeye çalışarak içebilir.

İçki içmeye fırsat bulamadığı sosyal faaliyetleri, hobileri, başka zevk verici aktiviteleri azaltır ya da terk eder.

Alkole bağlı ya da alkolle artan fiziksel (karaciğer hastalığı, yüksek tansiyon, gastrit vb), ya da psikolojik (depresyon, anksiyete, uyku bozukluğu vb) problemler yaşamasına rağmen içmeye devam eder.

Aynı etkiyi almak için içtiği miktarı arttırır ya da başkaları için çok sayılacak miktarlarda içtiği halde etkilenmez (bunu, yanlış olarak iyi bir şeymiş gibi, alkole dayanıklı olduğunun kanıtı olarak öne sürebilir).

Alkol almadığı zaman titreme, terleme, çarpıntı gibi şikayetler yaşar.

ALKOL'ÜN ETKİLERİ

ALKOL'ÜN ETKİLERİ

Alkolun Etkileri alınan miktara ve sıklığı göre değişir.

Günde 1-2 kadeh içki almanın kalp hastalığı riskini azaltabileceğine işaret eden bilimsel araştırmalar vardır. Sonuçları itibariyle alkol kullanımı geniş bir yelpaze oluşturur. Alkolü, seyrek olarak az miktarda problemsiz olarak kullanan pek çok insan olduğu gibi bu nedenle zaman zaman başı derde giren kişiler ve yelpazenin en ucunda alkolsüz yaşayamaz hale gelen insanlar vardır.

Alkol kullanımının tıbbi olarak kabul edilen normal sınırı günde erkekler için 2, kadınlar için 1 içkidir. Birim olarak 1 içki, kabaca, bir kutu yada şişe biraya, bir bardak şaraba ya da 45 ml'lik bir “tek” sert içkiye (votka, viski vb) eşittir. Bu şekilde hesaplandığında alınan içkinin türünün hiç bir önemi yoktur. Yani üç bira içmekle üç tek votka içmek aynı miktarda alkol alınmasını sağlar ve aynı etkiyi yapar. Dolayısıyla birayı bu bağlamda zararsız bir meşrubat gibi görmek anlamsızdır.

Doç Dr İlhan Yargıç'ın sitesinden alınmıştır.

DEPREM SONRASI ÇOCUKLARINIZA YARDIMCI OLUN

DEPREM SONRASI ÇOCUKLARINIZA YARDIMCI OLUN

Çocuklarınızın sizin vereceğini tepkilerden etkileneceklerini unutmayın. Bu tepkiler abartılı olursa çocuklarınız da abartılı tepkiler verecektir. Çocukların tepkileri farklı olabilir . Bazıları bir iki yıl önceki davranışlarını tekrar yapmaya başlarlar. Mesela parmak emme aşırı ağlama, halk arsında mızmımzlanma denen davranışlarda artma. Yalnız yatmama yeni korkular ve yeni nahoş davranışlar icat edebilirler.Bunları yenebilmek için neler yapabilirsiniz?

Yavrularınızı yanında mümkün olduğu kadar kendi duygularınızı kontrol altında tutun ve onları mevcut durumla ilgili olarak bilgilendirin. Bilgilendirme onların algı düzeylerinde olsun.

Onları rahatlatmak için daha fazla zaman ayırın. Ona sıcacık bir sarılış ve şefkat gösterme onun içindeki korku buzlarını eritecektir.

Gerginliklerini azaltmak amacıyla onlara oyun imkanları sağlayın. Bazen onlarla oynayın. Gerekirse birlikte evcilik gibi oyunlar oynayın.

8-9 yaşından büyük çocukların sizinle ayrıntılı olarak yaşadıklarını paylaşmasını sağlayın.

Sık sık onları sevdiğinizi söyleyin ve sevginizi fiziksel olarak gösterin. Onları öpün ve sarılıp bir süre sizin sıcaklığınızı ve yanlarında olduğunuzu hissettirin.

Yemek yemek gibi uyumak gibi faaliyetleri mümkün olduğunca zamanında yapmalarını sağlayın. Bu onların olağan yaşama dönmelerini kolaylaştıracaktır.

DEPREMDE ARTÇI SARSINTILAR KAYGIYI ARTTIRIR

DEPREMDE ARTÇI SARSINTILAR KAYGIYI ARTTIRIR

Yaklaşık 3 aydır depremle alakalı bir merkezde deprem sonrası ortaya çıkan ruhsal sorunların tanı ve tedavisi ile ilgileniyorum. Gittikçe azalan artçılar 11-12 Kasım da olan büyük sarsıntılara kadar insanların sıkıntılarını azaltmaya başlamıştı. Ancak yaşanan depremler ve konunun uzmanlarının yaptığı talihsiz açıklamalar sonucu yaşanılan kaygılar tekrar arttı. Yani tekrar aynı şeyleri yaşamaya başladık. Herkes her an sallanmaya başladı. Her işimizi depremin olup olmayacağına göre ayarlar olduk. Eğer deprem olmazsa, ölmez de sağ kalırsak diye başlayan cümleler hepimizin yaşadığı kaygıyı dışarı vurduğumuz cümleler oldu. Herkes o kadar yoğun bir bilgi akışına uğradı k biraz sismolog, biraz jeolog ve birazda psikiyatrist olduk. Hepsinden biraz olunca eksik bilgilerle kaygılarımız daha da arttı.

Son zamanlarda toplum psikolojisi düşünülmeden yapılan açıklamaların genel kaygıyı ne kadar artırdığını fark eden yetkililer biranda ağız değiştirdi. Bu çark ediş insanların kaygılarını azaltmak yerine artırdığı kanaatindeyim. Gündeme göre ısmarlanmış bir rapor ve harita olabileceği endişesi çokta haksız değil sanırım.

DEPREM SONRASI KENDİNİZE VE AİLENİZE YARDIMCI OLUN

DEPREM SONRASI KENDİNİZE VE AİLENİZE YARDIMCI OLUN

Kendiniz ve ailenizin duygusal olarak eskisi gibi sağlıklı bir hale gelebilmesi için aşağıdakileri mümkün olduğunca uygulamaya çalışın

Mevcut durumunuzu gözden geçirin ve neyin önemli neyin önemsiz olduğunu tespit edin. Hayatınızın bundan sonraki yönünün tayin edin. Oturup beklemek sıkıntılarınızı artırır. Kendiniz ve aileniz için yapabileceğiniz her ne ise o alanda maksimum verimle çalışmanız gerektiğini hatırlayın. Bazılarımızın görevi çevreye yardım temek bazılarımızın görevi kurbanlık gibi beklemek değildir. Herkes zor günler yaşıyor. Kendinizi en zor durumda olan birisi gibi görmeyin. Kayıplarınız için üzülmek ve yas tutmak en doğal hakkınızdır, duygularınızda iniş çıkışlar olması normaldir. Unutmayın size başkalarının da ihtiyacı var metin olmak zorundasınız.

Bu olayı yaşayan başkaları da sizin yaşadıklarınızı hissetmiştir. Onlarla dayanışma içinde oymak sizi daha çok rahatlatacaktır.

Kendi kendinize sıkıntılarınızı yenmek için alkol veya uyuşturucu maddelere yönelmeyin. Hekimlere danışmadan ilaç almayın.

Kendinize sizi oyalayacak uğraşlar bulun. Bu oyalama çabaları başkalarına yardımcı olmak , hayatınızı mevcut şartlar içerisinde düzene koymaya çalışmak yada çocuklarınızla daha fazla zaman geçirmek olabilir.

Duygusal olarak yakın gelecekte yaşama ihtimaliniz olan şeyleri öğrenmeye çalışın. Eğer tek başınıza olayların üstesinden gelemiyorsanız bir sağlık kuruluşundan profesyonel yardım alın.

DEPREM SONRASI KORKULAR VE KAÇINMALAR

DEPREM SONRASI KORKULAR VE KAÇINMALAR

Bu sayfada bu güne kadar depremle alakalı bir çok yazı yayınlandı. Bazıları deprem psikolojisi üzerine idi. Aslında depremin üzerinde uzun zaman geçti. Bazılarımız için sorunlar tamama yakın bitti bile. Ancak bunca süreye rağmen bir kısım insanlar hala deprem anını yaşıyor ve bu yaşadıkları ile de hayatı altüst olmuş durumda.

Bu tür ciddi travmalardan sonra hiç bir sorun yokken 6 ay sonra bile başlayacak bazı belirtiler tarif ediliyor. Tekrar deprem olur kaygısını getirdiği huzursuzluk, irkilme, sürekli tetikte olma hissi her an harekete hazır vaziyette bekleme insanları ciddi bir şekilde rahatsız ediyor. Günlük yaşamın bazı alanlarında işlev kaybına neden oluyor. Bunlardan birkaçını yazmak istedim.

Bu belirtiler farkında olmasak ta hayattan zevk almamızı işimizde verimli olmamızı engelleyen belirtilerdir.

YATAK ODASINA GİREMEME
Bazılarımız ilk büyük depremi yaşadığımız mekana gitmekten korkuyoruz. Ve çoğumuz içinde bu mekan yatak odamız. Bütün aile fertleri oturma odasında hep beraber uyuyorlar. Sanki yatak odasında olan deprem oturma odasında olmamış gibi. Böyle olunca da uyku kalitesinde azalma ertesi güne yansıyan bir yorgunluk, gerginlik hali oluyor. Bence olağan üstü halden normal yaşama geçmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile.


Deprem sonrasında kapalı yerlerden uzak durma hele yalnız başına böyle bir yerden kaçınma ile çok sık karşılaştığımız bir durum. Bunu ne gibi olumsuzlukları var. Mesela kapalı bir yerde çalışan kişi sürekli tedirgin olduğu için dikkatini işine veremiyor, sinirli ve gergin davranışları ile lüzumsuz tartışmalara ol açabiliyor. İş verimi düşüyor. Ev hanımı ise yanında sürekli birilerini istiyor.

BANYO YAPAMAMA
Temelinde ya banyo yaparken deprem olurda çıplak yakalanırsam. Ve öyle kaçarsam düşüncesi var. Bu yüzden haftada iki-üç kez banyo yapan bazı insanlar ayda bire kadar zamanı uzatmaya başlamış. Ve çok kısa zamanda banyodan çıkar olmuş.

HAYATTAN ZEVK ALAMAMAEn başta yazdığım durumla da ilintili olarak ortay çıkan bu durum hayattan zevk alamama ya paralel ortay çıkmış olabilir. Ancak bir başka dinamik yorum ise “çıplakken deprem olursa ne yaparım kaygısı.” Cinsel yaşam insan hayatında psikolojik ve bedensel boşalmayı ve gevşemeyi sağlayan çok önemli bir durumdur. Dolayısıyla bu boşalımın gerçekleşmemesi ile günlük yaşamda sıkıntılarını şimdiden ortaya çıkarmaya başlamıştır bile. Evinde cinsel tatmini bulmayan bazı kişilerin dışarıya kayması bunun en uç örneği olsa bile azımsanmayacak oranda karşılaşılan bir durumdur.


Artık hiç bir şey eskisi bu gibi olmayacak. Ve ben artık neden yaşıyorum. Bu düşünce depressif düşünce içeriğinin bir mahsulü olarak karşımıza çıkmakta ve insanın maddi ve manevi gelişimini engellemektedir. Gelecekten beklentisi olmayan birinin işinde evinde yenilikler için çaba sarf etmesi beklenemez. Bu nedenle bu patolojik düşünce içeriğinin yol açtığı olumsuzlukların gözden kaçırılmaması gerekir. Depresyon sorgulanmalı ve gerekirse tedavi ettirilmelidir.


Eskiden zevk alarak yapılan bir çok işe karşı artık ilgi duymamama psikolojik durumumuzdaki genel çökkünlük halinin bir başka yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.

HAYATININ TEMEL DÜZENİNDE DEĞİŞİKLİKLER
Tekrar deprem olacak söylentileri yüzünden hayatının temel düzeni üzerinde ciddi değişiklikler yapma. Örnek işinin evinin tüm yakınlarının olduğu bir mekanı terk etme göç edip gitme düşüncesi. Bu düşünce ile insanlar psikolojik sorunlarında kaçtıklarını sanmaktadır ama aslında yapılan bilimsel çalışmalarla ispatlanmıştır ki bu tür kaçışlar ruhsal durumumuzdaki olumsuzlukları değiştirmemekte aksine bazen daha da olumsuz hale getirmektedir.

Yalnızca fizik olarak hasarlı ve oturulamayacak durumdaki mekanları değiştirmek onun dışında söylentilerle yada ne zaman olacağını hiç kimsenin kesin olarak söyleyemeyeceği bir depremden kaçmak için hayatımızdın temel dinamiklerini değiştirmenin anlamlı olmayacağını hatırlatmak isterim.

Hem sonra nereye kaçabilirsiniz ki. En güvenli olduğu yer olarak söylenen Konya bile salandı. Mevcut durumunuzdaki şartları iyileştirmeyen çalışsanız bu psikolojik sorunlarınızın daha kolay çözüldüğünü göreceksiniz.

Bunlar bu günlerde en çok karşılaştığımız durumlar. Eğer sizde de hala günlük yaşamını etkileyecek boyutta anormal irkilmeler, korkular ve kaçınmalar varsa bir an evvel bir psikiyatristle görüşmenin zamanı gelmiş demektir.

DEPREM SONRASI ADAPAZARI İZLENİMLERİM

DEPREM SONRASI ADAPAZARI İZLENİMLERİM

Deprem sonrası uzun bir ara verdim yazılarıma ancak felaketin boyutu öylesine büyüktü ki ilk günlerin şoku atlatıldıktan sonra olayın psikolojik boyutunu yakından takip etme fırsatı buldum. Hem depremin en yoğun olarak yaşandığı Adapazarı ve İzmit’i hem de İstanbul Avcılar da yaşayan insanları görme fırsatım oldu.

Deprem fırtınasının içinde olanlarla esintisini hissedenler arasında ciddi bir fark gözlemledim. İstanbul ve civarı depremi sadece sallanarak geçirenler yıkılabileceklerini fark ettiler. Ve bu fark edişin getirdiği korku yıkılma göçük altında kalabilecekleri korkusu ile evlerine girmekten kaçınmaya başladılar. Her an göçük altında kalabilecekleri kaygısını yaşadılar. Bu da bizi aciz bırakan olaylar karşısında yaşanan bir tepkiyi ortaya çıkardı. Buna Akut Stres Bozukluğu diyoruz.

Kapalı mekanlarda durmak sıkıntı vermeye başladı.



Sanki her an sarsıntı varmış gibi irkilmeye, avizeler sallanıyor mu diye ona bakmaya başladık.



Telefon çalsa irkilir olduk.



Köpekler havlayarak dolaşsalar aman hissettiler galiba endişesi ile teyakkuza geçtik.





Ancak maddi manevi depremi şüphesiz ki en çok Adapazarı Gölcük ve İzmit halkı yaşadı. Yakınlarını kaybedenler için ne yıkılma korkusu ne de enkaz altında kalma kaygısı ön planda değil artık. Onlar keşke bizde ölseydik, geleceğimiz yok artık. Bu acıyla yaşayamayız artık diyerek ağlayamıyorlar bile. Felaketin tam içinde oldukları için olayın vahametini kavrayamayanlarda var elbet. “O mahiler ki derya içindedir deryayı bilmezler”deki gibi dışına çıkıncaya kadar kendi durumunu pek çoğu fark etmedi. Şimdilerde soğukla ve parasızlıkla evsizlikle yüz yüze gelmeye başlayınca gerçeğin acı tokadı ile irkilip kendine gelenlerse gelecek kaygısıyla kara kara düşünmeye başladılar.

Bizler sıcak döşeklerimizi deprem olur korkusuyla iki gün terk edip arabamızda yada sokakta yatınca hissettiklerimizin yirmi katını onlar için düşünün ve her gün bir kat daha artırın: İşte o insanlar şu an bunu hissediyorlar. Deprem sonrası çadır kentte iki gece geçirip psikiyatrik sorunlarla ilgilendim. Orada yavaş yavaş unutulma psikolojisi başladı. Yardımlar ilk gün ki hızını kaybetti. Her ne kadar ilk günlerde hızlı bir yardım gitti ise de onlar gittikleri kadar hızlı ve düzensiz tüketildi. Belki de ziyan oldu. Ama bu gün o insanlar hatırlanmayı bekliyor . Hiçbir şey yapamayan üç beş arkadaş arabasına atlasın cebine de şeker doldursun ve oradaki çocukların gönlünü alsın. Bunun bile o çocukların ruh sağlığı üzerine çok olumlu etkiler bırakacağına inanıyorum.

Unutmayın şu an bunları yapabilecek durumda olmayabilirdik. Bu şansımızı insanlık adına lütfen çok iyi değerlendirelim.

TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU

TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU

Milletçe yaşadığımız felaket yurdun her köşesini farklı oranlarda etkiledi. Ancak olayı bizzat yaşayanlar, bir yakınını kaybedenler veya kendileri yaralananlar bu durumu çok daha yakından hissedeceklerdir. Yaşanacak sıkıntı ve yasın zamanın müşfik kollarında bir süre sonra azalarak en aza ineceği muhakkaktır. Ancak bazıları için bu süre oldukça uzun olabilir. Deprem sel gibi doğal afetlerden sonra savaş katliam tecavüze uğrama trafik kazası geçirme gibi kişiyi bedenen ve ruhen aciz bırakan travmatik durumlardan sonra durumla alakalı olarak iç sıkıntısı olayı tekrar tekrar yaşıyormuş gibi olma ( flash back ) öznel bir uyuşukluk, dalıp gitmeler, çevrede olup bitenlerin farkında olmada azalma, kendisinde veya çevresindekilerin gerçekliğinde değişim varmış gibi hissetme. Yaşadığı travma ile ( Şimdilerde Deprem ) alakalı sesler görüntüler veya hatırlatacak her şeyden kaçınma ile karektarize bir durum söz konusudur.

Sürekli olayı hayalinde bazen de onu tekrar yaşıyormuş gibi olma söz konusu olabilir ve kişi bunda oldukça fazla etkilenir. Günlük işlevselliğe dönmeyi uzatabilir.

Bu travmadan hemen sonra veya birkaç ay sonra ortaya çıkabilir. Ortaya çıkış süresine göre akut stres reaksiyonu veya posttravmatik stres reaksiyonu gibi isimler alabilir.

İsmi ne olursa olsun ruhsal, bedensel yada cinsel travmalardan sonra ortaya çıkabilecek esas karekteri mevcut travma ile alakalı sıkıntı ifadeleri ile gidecek bu durumu iyi tanımak gerekir. Sıkıntıyı gidermek geçici bir çözümdür ve gereklidir. Uzun vadeli olarak ta hayatı etkilememesi için üzerinde ehemmiyetle durulması gereken bir durum olduğu unutulmamalıdır.

AKUT STRES BOZUKLUĞU

AKUT STRES BOZUKLUĞU

A - Aşağıdakilerden her ikisinin de bulunduğu bir biçimde kişi travmatik bir olayla karşılaşmıştır.

Kişi gerçek bir ölüm yada ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma yada kendisinin yada başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş, yada böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir.



Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır.





B - Sıkıntı doğuran olayı yaşarken yada bu olayı yaşadıktan sonra aşağıdaki disosiyatif belirtilerden üçü yada daha fazlası gerçekleşmiştir.

Uyuşukluk, dalgınlık duyumları yada duygusal tepkisizlik.



Çevrede olup bitenlerin farkına varma düzeyinde azalma ( afallama)



Derealizasyon ( Çevreyi değişik algılama )



Depersonalizasyon ( Kendisi değişime uğramış gibi hissetme )



Disosiyatif amnezi ( Yani travmanın önemli bir kısmını hatırlamama)





C - Travmatik olay tekrar tekrar yaşanır.

Göz önüne tekrar tekrar gelen görüntüler,



Tekrarlayan düşünceler



Rüyalar



İllüzyonlar



“Flashback” episodları



O yaşantıyı yeniden yaşar gibi olma yada travmatik olayı hatırlatan şeylerle karşılaşınca sıkıntı duyma.





D - Travma ile ilgili anıları uyandıran uyaranlardan belirgin kaçınma ( Düşünceler duygular konuşmalar konuşmalar etkinlikler yerler insanlar)

E - Belirgin sıkıntı yada artmış uyarılmışlık belirtileri ( Örnek: Uyumakta zorluk çekme huzursuzluk, düşünceleri yoğunlaştırama güçlüğü, aşırı irkilme tepkisi, motor huzursuzluk.

F - Bu Belirtiler klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya yada toplumsal mesleki alanlarda yada işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur yada bireyin travmatik yaşantısını aile bireylerine anlatarak kişisel destek kaynaklarını harekete geçirmek yada yardım almak gibi gereken iş yapmasının peşinde koşma yetisini bozar.

G - Bu bozukluk en az iki gün, en fazla dört hafta sürer ve travmatik olaydan sonraki 4 hafta içinde ortaya çıkar.

H - Bu bozukluk bir maddenin yada genel tıbbi bir durumun etkisi ile ortaya çıkmamış olmalıdır

AĞRILI CİNSEL İLİŞKİ-DİPARONİ

AĞRILI CİNSEL İLİŞKİ-DİPARONİ

Ağrılı cinsel ilişki olarak bilinir. Kadınlarda çok yaygın görülmekle birlikte erkeklerde de olabilir.

Bu durumu erkekte ya da kadında cinsel ilişkiye yineleyici bir biçimde ya da sürekli olarak eşlik eden genital ağrı olması şeklinde tanımlar. Kaplan, disparoniye benzer olarak bazı erkeklerde ejakulasyon sırasında ya da ejakulasyondan kısa bir süre sonra şiddetli bir ağrı ortaya çıktığını belirterek bunu, psikojenik ejakulatuar ve post ejakulatuar ağrı sendromu olarak adlandırır. Bu ağrı dakikalarla sınırlı kalabilir ya da günlerce sürebilir. Ağrıya kremaster ve/veya iç genital organların düz kaslarındaki spastik kasılmanın neden olduğu sanılmaktadır.

ERKEN BOŞALMA PREMATÜR EJAKÜLASYON

ERKEN BOŞALMA PREMATÜR EJAKÜLASYON

Çeşitli araştırmacılar tarafından vajinaya girişten ejakulasyona kadar geçen zaman veya penisin vajina içersinde gidiş-geliş sayısı esas alınarak tanımlanmaya çalışıldı. Masters ve Johnson 1970’ de prematüre ejakulasyonu; erkeğin, cinsel birleşmelerinin en az % 50 sinde, eşinin orgazma ulaşmasına yetecek kadar boşalmayı geciktirememesi olarak tanımladılar. Kadınların orgazma ulaşma sürelerinde ve orgazm olma oranlarında bireyler arası büyük farklılıklar gözlenmesi bu tanımın kullanılabilirliğini sınırladı.

Kaplan’ın belirttiği gibi erken boşalma, vajinaya girişle ejakulasyon arasındaki zaman veya giriş-çıkış sayısı ya da ejakulasyondan önce eşin orgazm olma oranı gibi niceliksel terimlerle tanımlanamaz. Önemli olan ejakulatuar refleks üzerinde istemli denetimin olmaması ve yüksek uyarılma düzeylerine, refleks olarak ejakulasyon ortaya çıkmadan dayanılamamasıdır

Kısaca Erken Boşalma (prematüre ejakulasyon) sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, çok az bir uyarılmayla ve kişinin istemesinden önce, vajinaya girme öncesi, girer girmez ya da hemen sonra ejakulasyonun olması şeklinde tanımlanır.

ERKEKTE GEÇ BOŞALMA

ERKEKTE GEÇ BOŞALMA

Masters ve Johnson 1970’ de prematüre ejakulasyonun (erken boşalmanın) karşıtı olarak ejakulatuar yetersizlik (ejaculatory incompetence) terimini ortaya attılar ve bu bozukluğu ejakulatuar refleksin özel bir engellenmesi sonucunda erkeğin vajina içinde boşalamaması şeklinde tanımladılar. LoPiccolo ejakulatuar yetersizlik terimini eşinin uyarısıyla orgazma ulaşamayan erkekler için kullandı. Maurice ve Guze (1970) her tür cinsel uyarana karşı yaşam boyu orgazm yokluğunu birincil (primer) orgazmik disfonksiyon, sıklıkla orgazm güçlüğü çeken vakalarda cinsel uyaran türünden bağımsız olarak en az bir orgazm yaşantısı olmasını da durumsal orgazmik bozukluk olarak tanımladılar.

DSM-IV de retarde ejakulasyonu karşılayan tanı sınıflaması erkekte orgazm bozukluğudur. Bu sınıflama için tanı ölçütü, yoğunluğu ve süresi yeterli bir cinsel etkinlik sırasında, olağan bir cinsel uyarılma evresi sonrası, sürekli ya da yineleyici bir biçimde orgazmın gecikmesi ya da olmaması şeklinde belirlenmiştir.

ERKEKTE SERTLEŞME BOZUKLUĞU

ERKEKTE SERTLEŞME BOZUKLUĞU

LoPiccolo, cinsel ilişkiyi gerçekleştirmeye yetecek nitelikte bir setleşmeyi sağlayamama veya bunu sürdürememeyi sertleşmede yetmezlik olarak tanımlar.

Masters ve Johnson, 1970’ de cinsel ilişkilerinin en az % 75 inde koitusu (penisin vajinaya girmesi) gerçekleştirebilecek nitelikte ereksiyona (sertleşmeye) ulaşamayan erkekler için empotans terimini kullandılar. Ayrıca hiç bir zaman koitusu gerçekleştirebilecek nitelikte ereksiyona ulaşamayan ya da bunu sürdüremeyen erkekleri primer (birincil ) empotans, en az bir kez başarılı ilişkide bulunmuş olanları da sekonder (sonradan olan) empotans olarak tanımladılar.

Kaplan 1974’ de empotans teriminin yetersizliğini vurgulayarak erektil disfonksiyon (sertleşme bozukluğu) terimini önerdi. Temel bozukluğun erektil (sertleşmeye ait) reflekste olduğunu belirterek erektil disfonksiyonu, penisin ereksiyonunu sağlamak için kavernoz sinüslere yeterli kanı pompalayan damarsal (vasküler) refleks mekanizmanın yetmezliği olarak tanımladı. Aynı zamanda birincil - ikincil ayırımına tam ve durumsal erektil disfonksiyon ayırımını ekledi. Tam erektil disfonksiyonu olanlar hiç bir durumda ve hiç bir eşle sertleşme olmaz. Durumsal sertleşme bozukluğu ise belli durumlarda veya bazı cinsel partnerlerle (eş) ortaya çıkar.

Yaygın olarak kullanılan empotans kavramı, Alman ekolünde (Kockott G,1990; Schmidt ve (16) Arentewicz, (1978) erkekte görülen cinsel işlev bozukluklarının tümünü tanımlar. Pek çok yayında ise empotans sertleşme bozukluğu ile eş anlamlı olarak kullanılır.

Buna göre sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde yeterli bir ereksiyon (Penis sertleşmesi) sağlayamama ya da cinsel etkinlik bitene dek bunu sürdürememe olarak kabul edilir.

Sertleşme bozukluğunun tanı kriterlerini tekrar gözden geçirirsek.

A- Sürekli olarak yada yineleyici bir biçimde yeterli bir sertleşme sağlayamama yada cinsel etkinlik bitene dek bunu sürdürememe,

B- Bu bozukluk belirgin bir sıkıntıya kişiler arası ilişkilerde zorluklara neden olur.

C- Bu cinsel işlev bozukluğu başka bir Eksen I tanısı ile daha iyi açıklanamaz( Başka bir cinsel işlev bozukluğu tanısı dışında ) ve sadece bir maddenin ( Örn: kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç, yada genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir. )

AZALMIŞ CİNSEL İSTEK BOZUKLUĞU

AZALMIŞ CİNSEL İSTEK BOZUKLUĞU

Sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması (ya da hiç olmaması) ile belirlidir.

Azalmış cinsel istek bozukluğu için tanı koymada aşağıdakilere dikkat etmek gerekir.

a - En az 6 ay süreyle tüm cinsel etkinlik sıklığının ayda iki kez ya da daha az olduğunun bildirilmesi,

b - Buna eşlik eden, herhangi bir cinsel davranışta bulunmaya yönelik öznel istek kaybı. Cinsel etkinliğe yönelik ilginin azalması, profesyonel yardım arayışı içinde olan çiftlerde en sık rastlanan yakınmalardan biridir. Bu durumda azalmış ya da tamamen kaybolmuş cinsel ilgi, cinsel ilişki kurmaya yönelik girişimleri olanaksız kılar hatta cinsel tiksinti bozukluğu gelişebilir.

CİNSEL BİLGİLER KONUSUNDA CAHİLİZ

CİNSEL BİLGİLER KONUSUNDA CAHİLİZ

Yaklaşık 1 yıldır devam ettirdiğim yazılarımda en çok ilgi çeken ve en çok merak edilen konular cinsel konular oldu. Soruları genellikle halk arasında yanlış bilinen ve bu yanlış bilgi nedeniylede cinsel yaşamında olumsuzluklar yaşayanlar sordu. Belki hiç sorun olmaması gereken basit şeyler zihni meşgul etti büyüdü büyüdü. Bu nedenle kısa kısa da olsa cinsellikle alakalı en çok sorulan soruları burada anlatmaya çalışacağım.

Cinsel istek yokluğu ve orgazm sorunu en çok kadınlarda erken boşalma ve sertleşme sorunu da en çok erkeklerde yaşanan cinsel sorun olarak karşımıza çıkmakta. Bu nedenle bu konulara ağırlık vererek yazmaya çalışacağım

Cinsellik 4 aşamada yaşanır.

Cinsel istek
Uyarılma
Orgazm
Gevşeme


Bu dört fazın herhangi birinde sorun varlığı sağlıklı bir cinsel yaşamı etkiler. Cinsel yaşamın sağlıksızlığı eşler arasındaki uyumu bozduğu gibi genel olarak cinsel işlev bozuklukları varlığı da sıkıntı kaynağıdırlar. Cinsel sorunlar bazen başka bir tıbbi sorunun neticesi olarak karşımıza çıksalar da tek başlarına da sıklıkla görülebilmektedirler. Genel sağlık sorunlarının neticesi olarak ortaya çıkan cinsel işlev bozukluklarının tedavisine öncelikle sağlık sorununun çözümü ile başlanır. Bundan sonra sorun devam ediyorsa altta yatan psikojenik sebepler araştırılarak çözülmeye çalışılmalıdır.

Bazen de psikiyatrik sorunların neticesi olarak cinsel işlev bozuklukları karşımıza çıkabilir. En sık depresyonda olmak kaydıyla anksiyete ( sıkıntı ) bozukluklarında sosyal fobi de karşılaştığımız problemlerdir cinsel sorunlar.

Çözümlerinde doğru bilgi çoğunlukla yeterli olacakken yanlış kaynaktan alınan yanlış bilgiler sorunu büyütmekten başka bir işe yaramamaktadır.

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI SIK MIDIR?

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI SIK MIDIR?

Cinsel işlev bozukluğu ile ilgili araştırmalar; cinsel sorunlarla kliniklere başvuran hasta grupları, özel klinik hasta grupları veya gönüllü normaller üzerinde yapılmakta ve sıklık bu araştırmalara dayanmaktadır. Bu nedenle bir çok araştırmacının belirttiği gibi genel toplumda cinsel işlev bozukluğu sıklığına ilişkin uygun veri yoktur.

Tam sıklık bilinmemekle beraber cinsel işlev bozukluklarının çoğunun, özellikle hafif biçimlerinin yaygın olduğuna inanılır. Özellikle ülkemizde yakın zamana kadar tabu olan bu durumların sıklığı hakkında sağlıklı verilerimizin olduğunu söylersek sizi yanıltmış oluruz. Her türlü çalışmanın yapılmış olduğu ABD verilerine ve genel poliklinik pratiğimize dayanarak şunu söyleyebiliriz.

Evli çiftlerin % 50 sinde cinsel sorun olduğu.

Erkeklerin %50 sinin geçici erektil güçlük yaşadığını belirtmiş ve bunun normal cinsel davranış sınırları içinde kabul edilmesi gerektiği düşünülmektedir. Yani bir erkek hayatının her anında yeterli verimli olacak diye bir kayıt yoktur.

Erkek cinsel işlev bozukluklarının en sık rastlananı erken boşalmadır. Belki de erkeklerin % 50-60 ı bundan şikayetçidir.

Cinsel işlev bozuklukları kliniklerine başvuran erkeklerin sıkça yakındıkları bir durumda sertleşme bozukluğudur. Cinsel işlev bozukluğu tedavisi için başvuran erkeklerin %36-40’ında birincil yakınmanın sertleşme bozukluğu olduğunu saptamışlardır.

Geçen zaman içinde sertleşme bozukluğundan yakınan erkeklerin tedavi arayışlarında artış olduğu düşünülmektedir.

Evlilik terapisine başvuran erkeklerde erektil disfonksiyon (sertleşme bozukluğu) oranının (%27) cinsel tedavi istemi ile başvuran erkeklerin oranından (%36) daha düşük olduğunu saptamışlardır.

Yapılan bilimsel çalışmalarla genel popülasyonda erektil disfonksiyon oranı %4-9 arasında bulunmuştur.

Erkekte orgazm bozukluğu (retarde ejakulasyon) daha seyrek görülen bir cinsel işlev bozukluğudur. Klinik çalışmalar, cinsel işlev bozukluğu tedavisi için başvuran vakaların % 3-8’ inde bu bozukluğun saptandığını göstermektedir.

Evlilik terapisi istemi ile başvuran erkeklerin % 17’ sinde orgazm bozukluğu saptanması marital uyum azlığı ile erkekte orgazm bozukluğu arasında ilişki olabileceğini düşündürmekte ve bu bozukluğun psikososyal açıdan önemini ortaya koymaktadır.


Özet olarak; klinik gruplarda yapılan araştırmalarda erkekte erektil bozukluk daha sık görülmektedir. Prematüre ejakulasyon ise genel popülasyonda daha yaygın gibi görünmektedir. Erkekte orgazm bozukluğu hem genel popülasyonda hem de klinik gruplarda daha az sıklıktadır.

ÇOCUK CİNSELLİKTE NEYİ MERAK EDER ?

ÇOCUK CİNSELLİKTE NEYİ MERAK EDER ?

Çevresini ve dış dünyayı yeni yeni tanımaya çalışan çocuğun özellikle 3 yaş civarında aşırı meraklı olduğu ve bu dönemlerde anne-babasını çeşitli konularda soru bombardımanına tuttuğu bir gerçektir. Bu sorulardan anne ve babayı en çok zorlayanı çocuğun cinsel içerikli soruları olmaktadır. Ansızın, beklenmedik anda böyle bir soruyla karşılaşan anne ve baba ne yapacağını bilmemenin verdiği telaşla ayıptır, daha sen çok küçüksün gibi kaçamak cevaplar vererek çocuğu başından savmak veya soruyu duymamazlıktan gelerek cevapsız bırakmayı tercih eder.Oysa bu tutum çocuğun var olan merakını bir kat daha artırır. Bu merakı gidermek için çocuk anne-babanın yatak odasına ani baskınlar düzenler, onları banyo yaparken gizlice izlemeye çalışır ya da arkadaşlarının bedenlerini incelemek ister.

Çocuğun cinsel içerikli sorularının temelinde cinsel duygular değil onun üremeye yani bebeklerin nasıl dünyaya geldiklerine dair merakı yatar. Bu çocuğun uzaya gezegenlere ya da hayvanların yaşayışlarına olan merakından farklı değildir. . Anne ve babanın sorular karşısında duyduğu gerginlik bu farkı bilmemekten ve çocuğun cinsellik anlayışını erişkin anlayışıyla karıştırmaktan kaynaklanmaktadır. Çocuğa cinsel bilgiler vermenin ideal zamanı onun bu konularda soru sormaya başladığı dönemlerdir. Bu tür sorular genellikle 3 yaş civarında sorulmaya başlanır. İlk sorular kendi bedeni , annenin bedeni ya da bir kardeşin dünyaya gelişi ile ilgilidir. Ona vereceğimiz cevapların içeriği yaşa bağlı değişebilir. Ancak asıl dikkat edilmesi gereken gerçek dışı ifadelerden kaçınmaktır. Örneğin bebekler nasıl gelir ? sorusu çocukların sıkça sorduğu bir sorudur. Buna çok basit şekilde şöyle cevap verebiliriz. Bebekler annenin karnında büyürler. Orada bebeklerin büyümesi için özel bir yuva vardır. Burada büyürler ve bir süre geçtikten sonra annenin döl yolundan dışarı çıkarlar. Bunun yerine bebekler leylekler tarafından getirildi ya da çarşıdan satın alındı gibi gerçek dışı ifadeler çocuğun yanlış bilgilenmesine neden olacak ve bir müddet sonra bu cevabın doğru olmadığını anlayan çocuk merakını gidermenin ve sorularına cevap bulmanın başka yollarını arayacaktır. Diğer taraftan bazı anne ve babalar da çocuklarının sordukları soruları kuşlar , arılar gibi hayvanlar üzerinden onları anlatarak cevaplamak isterler. Böylece üreme ile ilgili bilgilerin daha masum hale geleceğini ve cinsellikten arınacağını düşünürler. Oysa çocuğun asıl merak ettiği konu insanların üremesidir. İşe kuşlar ve arılarla başlamak sadece anne-babanın sıkıntısını hafifleten kaçamak bir yoldur , çocuğun merakını gidermez.

Çocuğun sorularına verilecek cevaplar onun merakını giderici ve doyurucu olmalıdır. Ancak bilgi verme amacıyla çocuğa her şeyi tüm detayları ile anlatmak ve çocuğun aklını karıştırmak da gerekmez. Çocuğun neyi anlayıp anlamayacağını kavramak zor değildir. Her çocuğa yaşına uygun anyabileceği bir dil kullanarak bilgi verilebilir. Çocuğa cinsel konularda yaşına uygun bilgi vermek ona basit trafik kurallarını öğretmek gibidir. Bu bilgilerden onu uzak tutmak ileride karşılaşacağı olaylara karşı savunmasız bırakacak ve yaşam boyu onun izlerini taşımasına neden olacaktır. Vereceğimiz her türlü bilginin doğru ve abartısız olması gerekir. Uydurma yanlış, saçma ve hayali bilgiler vermek çocuğun zihnini bulandırır ve ileriki yaşamı için sorunlar oluşturur. Kullanılan dil basit olmalı ve fazla detaya girilmemelidir. Çocuğa her şeyi detaylı biçimde anlatmanın bir anlamı ve yararı yoktur. Ona yaşına göre kaldıramayacağı derinlikte bilgiler vermek cinselliğin erken devreye girmesine neden olabilir. Cinsel konulardan bahsederken anne ve babaların yüz ifadeleri, gerginlikleri ve huzursuzlukları da çocuklar tarafından dikkatle algılanır. Huzursuz, gergin ve utungaç bir ifadeyle ne söyleyeceğini bilemeyen anne ve babalar çocuklarına bu konunun aslında konuşulmaması gereken kötü ve çirkin şeyler olduğu mesajını vermiş olurlar. Oysa çocuğun algılaması gereken cinselliğin doğallığı ile birlikte gizliliği ve özelliğidir.

Çocuğa üreme ve cinsellik hakkında bilgi vermeye en uygun kişiler anne ve babalardır. Ancak bu gerçeğe rağmen anne ve babalar bilgilendirme açısından kendini yetersiz bulur ya da sıkıntı duyduğu için çoğunlukla bundan kaçarlar. Çocuk ise yaşı ilerledikçe bu konudaki bilgileri dışarıdan başka yollarla öğrenmeye çalışılır. Böyle bir yolla bilgi edinmeyi anne ve baba olarak sizin kontrol edebilme şansınız hiç yoktur.

Çocukların bir kısmı anne ve babaların cinsel yaşamı hakkında soru sorarlar. Cinsel bilgi verme adına anne-babanın çocuklarına cinsel yaşantılarından bahsetmesi sakıncalıdır. Cinsel yaşantıların çok özel konular olduğu ve başkaları ile paylaşılamayacağı ifade edilmelidir. Anne ve babaları sıkıntıya sokan diğer bir düşünce de çocuklarının öğrendikleri bilgileri uygulamaya koyacakları endişesidir. Aslında bu düşünce yetişkinlerin kendi düşüncelerini çocuklara yansıtması anlamına gelir. Çocuk erişkinler gibi cinsel istek ve ilgi duymadığından bu korku yersizdir. Ayrıca biyolojik olarak da hormonlar tarafından uyarılmamaktadır. Çocuğun sorularına yol açan sadece bilgi edinme isteğidir.

İleri görüşlülük adına çocuğa yaşının üstünde detaylı bilgiler veren ve çocuktan hiçbirşeyi gizlenmemesi gerektiğini düşünen anne ve babalar vardır. Bu anne-babalar rahatlıkla evde çıplak dolaşabilmekte ya da yaşı ilerlemesine rağmen çocuğu ile birlikte banyo yapabilmektedirler. Bu tür tutum ve davranışlar çocuğun ruhsal gelişimi için oldukça sakıncalıdır. Çocuğun anne-babasıyla aynı yatakta yatmasının da benzer sakıncaları vardır. Doğduğu günden itibaren en kısa zamanda çocuğun yatağı ve odası ayrılmalıdır.

Cinsel konularla ilgili soru sormayan çocuklar ya daha önce sordukları sorular nedeni ile ayıplanmıştır ya da kendilerini rahat hissedecekleri bir ev ortamı bulamamışlardır. Bu nedenle oyunlarında ve arkadaşları ile konuşmalarında sorularına cevap ararlar. Merakını gidirmek isteyen çocuk doktorculuk oynayarak hemcinslerinin ve karşı cinsin bedenini keşfetmeye çalışır. Bu durum bazı anne ve babaların telaşlanmasına neden olur. Başlangıçta bu tür araştırma ve merak giderme çabaları bir noktaya kadar doğal karşılanmalı ve çocuk suçlanmamalıdır. Ancak çocuğa yaptıklarının farkında olduğunuz mesajını vermeli ve merakını giderici gerekli açıklamalarda bulunmalısınız.

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUĞU DİĞER HASTALIKLAR İLİŞKİSİ

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUĞU DİĞER HASTALIKLAR İLİŞKİSİ

Cinsel işlev bozukluğu vakalarının psikiyatrik durumu yıllardır tartışmalı bir konu olmuştur. Geleneksel psikoanalitik yazarlar, empotans ve anorgazmi gibi cinsel işlev bozukluklarını yaşamın erken evrelerinde oluşan ve erişkin yaşta derin köklü ve yaygın nörotik ya da kişiliğe bağlı güçlükler biçiminde ortaya çıkan gelişimsel anomali belirtileri olarak tanımlamışlardır.

Erkeklerde diğer bir psikiyatrik bozukluk bulunma oranının, erken boşalmada (prematüre ejakulasyonu olanlarda) %34, inhibe cinsel uyarılma (erektil disfonksiyon) tanısı alanlarda %50 olduğunu bildirilmiştir. Empotans vakalarında %12 oranında kişilik bozukluğu, %8 duygu durum bozuklukları, %9 anksiyete bozukluğu, %4 uyum bozukluğu, %2 somatoform bozukluk, %3 psikotik bozukluk;

Prematür ejakulasyon saptanan vakalarda %16 oranında kişilik bozukluğu, %8 afektif bozukluk, %7 anksiyete bozukluğu, %3 uyum bozukluğu saptanmıştır.

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI NELERDİR?

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI NELERDİR?

Cinsel işlev bozukluğunun evrensel olarak kabul gören bir tanımı yoktur. Masters ve Johnson cinsel işlev bozukluğunu insan cinsel yanıt döngüsünde tatminkar cinsel uyarılma ve/veya doyuma (orgazm) ulaşmada yetmezliğe yol açabilecek herhangi bir aksama olarak tanımlarlar. Yani cinsel yaşamından tatmin olmama ve bunun sürekli olması hali.

Psikiyatrinin temel kitabı kabul edilen DSM-IV ise cinsel işlev bozuklukları için cinsel yanıt döngüsünü belirleyen sürecin bozulması ya da cinsel ilişkide ağrı ile karekterizedir. Ve tanı konulmadan önce kişinin cinsel istek beklentiler ve performansına yönelik tutumlarını etkileyebilecek etnik, kültürel, dini ve sosyal yapısı göz önünde bulundurulmalıdır.

CİNSEL İSTEK BOZUKLUKLARI
Azalmış cinsel istek bozukluğu
Cinsel tiksinti bozukluğu

CİNSEL UYARILMA BOZUKLUKLARI
Kadında cinsel uyarılma bozukluğu
Erkekte Sertleşme Bozukluğu

ORGAZM BOZUKLUKLARI
Kadında orgazm yokluğu
Erkekte orgazm yokluğu
Erken Boşalma

CİNSEL AĞRI BOZUKLUKLARI
Disparoni (Cinsel ilişkide ağrı duyma)
Vajinismus
Genel tıbbi duruma bağlı cinsel işlev bozukluğu

CİNSELLİK VE EŞLER ARASI İLETİŞİM

CİNSELLİK VE EŞLER ARASI İLETİŞİM

Eşler arasında yaşanan cinsel uyumsuzluk yada cinsel olarak tatminsizliğin önemli nedenlerinden biride cinsel partnerle cinsellik hakkında iletişim eksikliğidir .Neyin hoş olduğu konusundaki iletişim eksikliği sıklıkla gerçekdışı beklentilerin sonucudur. Bu şu şekilde açıklanabilir; “Gerçekten bana ilgi gösterseydin, benim neden hoşlandığımı bilirdin”. İstenenin ya da tercih edilenin eşler arasında konuşulmaması cinsel etkinlikte tatminsizliğe yol açar ve bu durum yıllarca devam edebilir. Bazı hekimler tarafından “düşünce okunması” olarak adlandırılan bu tarz bir iletişim sorunu, pek çok çiftin yaşamlarının diğer anlarında geliştirdikleri bir alışkanlıktır. Yaralanmaktan ya da diğer kişinin egosunu yaralamaktan korkan her birey partnerinin ne istediğine kendisi karar vermeye çalışır. Bu yüzden de sanmalarla yürüyen ilişkilerde eşler hep karşı tarafın kendisini anlamasın beklerlerse sonuçta iletişimin bozukluğu yaşanır.

Bunu halletmenin en iyi yolu ise beklentilerinizi ifade etmeniz ve zaman zaman da karşınızdaki insanın beklentilerini sormanızdan geçer. Normal yaşamda da geçerli olan bu durum cinselliğin yaşanmasında daha da etkili olacaktır. Çünki halen çok mahrem şeyleri paylaşan eşler arsında bile kendi arzularının ifade edememenin olduğunu görüyoruz.

Cinsel isteğini eşine ifade edemeyen bir kadınının temelde almış olduğu eğitimin etkisiyle isteğini kocasına ifade eden bir kadının kötü olarak damgalanacağı kaygısı var halen.

Bu da eşler arsındaki cinsel iletişimi bozmakta ve cinsel istek bozukluğundan tutun uyarılma ve orgazm bozukluklarına kadar bir çok durumun karşımıza çıkmasına neden olmaktadır.

Çözüm kendinizi anlaşılmayı beklemek yerine ifade etmeniz.

Karşıdakini anlamaya çalışmak yerine sormaktan geçiyor.

VAJİNİSMUS-İLİŞKİYE GİREMEME

VAJİNİSMUS-İLİŞKİYE GİREMEME

Vajinismus cinsel ilişkiye müsaade etmeyecek oranda vajina kaslarında kasılama ile giden bir hastalıktır. Günümüz bilgi toplumu olmasına rağmen bilinç altına yerleştirilen ilk gece korkusunun bir mahsulü. Genç kızların kendi aralarında konuşarak otaya çıkardıkları ilk gece korkusu nedeniyle ortaya çıkan bu hastalıkta çiftler cinsel ilişkiye girmeyi bir türlü başaramazlar. Ön sevişmeyi çok iyi başarsalar bile tam cinsel birleşme esnasında ortaya çıkan istem dışı kasılmalar nedeniyle koitusu (cinsel birleşme) gerçekleştiremezler.

Bu da çiftler arasındaki ilişkinin bir süre sonra bozulmasına sebep olabilir. Ama öyle hastalarla karşılaşıyoruz ki evliliklerinin üzerinden 5-6 yıl geçmesine rağmen (bazen daha uzun) halen cinsel ilişki gerçekleşmemiş olabiliyor. Zaten bir süre sonra çiftler ilişkiyi denemekten vazgeçmiş olabiliyorlar. Sadece sevişme ile orgazm olanlardan hiç bir bir cinsel faaliyette bulunmamaya kadar çok geniş bir yelpaze ile çiftler karşımıza gelebiliyor.

Bu rahatsızlık ilk cinsel ilişki de ortaya çıkabileceği gibi uzun yıllar normal bir işlevsellikten sonra da ortaya çıkabilir. Bazen bir partnerle yaşanan sorun başka bir partnerle ortaya çıkmayabiliyor.

Temelinde yanlış bilgilenme ve güdülenme yatıyor.

Kızlık zarının bozulması sırasında ortaya çıkacak abartılmış acı korkusu. Cinsel ilişkinin çok ağrılı olacağı yanlış bilgisi. Hamile kalındığı taktirde doğum yapmaktan korkma gibi sebeplere bağlı olabilir.

Vajinanın üçte bir dış kısmanda koitusu engelleyecek boyutta yineleyici ve sürekli olarak istem dışı kasılma olması.

Bu nedenle eşler arasında belirgin bir sıkıntı yada kişiler arası ilişkilerde zorluklara neden olması .


Bu durum başka bir genel hastalık yada kadın hastalığına bağlı olarak ortay çıkmamış olması bize vajinismus düşündürür.

21. Yüzyıla girdiğimiz iletişim çağını yaşadığımız bu asırda hala böyle hastalık var mı demeyin. Oldukça yaygın ve kişiler bunun bir hastalık olabileceğini bilmeden kaderlerine razı olarak evlerinde oturuyorlar.

Cahil insanlarda olur hiç demeyin nice üniversite mezunu çiftlerde bu dertten muzdarip.

UYKU VE KİŞİLİK

UYKU VE KİŞİLİK

Uyku insanların zaman zaman kaçtıkları, zaman zaman da sığındıkları dünyada ki en tatlı şeylerden biridir. Bir düşünün zaman zaman gözlerinizden süzülen uykuya rağmen uyumamanız gereken zamanları. Bazen de uyumak için onca çaba sarf etmenize rağmen bir türlü uyuyamadığınızı.

Normal uyku süresinin ortalama 7 saat olduğunu hepimiz biliyoruz artık. Ama kişiden kişiye değişen ufak farklar olabilir. Kişiliğimiz ve uyku ihtiyacımız arasında bir bağ olduğunu da bilmekte fayda var sanırım.

Az uyuyanlar fazla uyuyanlara kıyasla daha enerji dolu daha etkin ve daha dışa dönük insanlardır. Kendilerinden ve hayatlarından memnun oldukları gibi dış dünya ile olan iyi iletişimleri nedeniyle dışarıdaki insanlar tarafından da sevilirler. Sosyal insanlardır genellikle. Burada şunu da unutmayalım bu kadar faal bir insanın uyku ile zaman geçirmesi de kendine göre bir kayıp olarak değerlendirilebilir. Ve bu nedenle sınırlar zorlanarak az uyunmuşta olabilir. Her ne olursa olsun uykuyu azaltmanın yaşamın verimliliğini artırdığı da ortadadır.

Uzun uyuyanlar ise genelde; sıkıntılı gergin, kendileri ve çevre ile sürekli kavga halinde olan, en azından eleştiri oklar ile kendine ve çevreye daha fazla saldıran tiplerdir. Bununla birlikte uzun uyuyanların daha fazla REM uykusu uyudukları ve sanatçı ruhlu oldukları sanatsal yaratıcılıklarının daha iyi olduğu da unutulamamalıdır.

Araştırmalar kısa uyumanın öğrenilebileceğini ortaya koymuştur. Burada daha etkin bir uyumanın öğrenileceğinden bahsetmek lazım. Kaliteli ve dinlendirici bir uyku uzun ve kalitesiz bir uykudan daha faydalı olduğunu hatırınızdan çıkarmayınız.

Ancak bazen uyku ihtiyacımızı genel tıbbi durumumuzdaki bir bozukluk artırabilir. Gribal enfeksiyonlar ve diğer hastalıklar gibi. Bazen de depresyon gibi psikiyatrik rahatsızlıklar nedeniyle uyku ihtiyacı artabilir. Mani de ise azalan uyku ihtiyacı ve aşırı uyarılmışlık hali söz konusudur. Bu durumların dışında genel uyku alışkanlığımız kişiliğimizin bir aynası gibidir.

AŞIRI UYUMA

AŞIRI UYUMA

Bir şeyin aşırısının tanımını yapabilmek için normailini tanımlamak gerekir.
“Uykunun normali nedir ?” diye bir soru sorulursa o zaman şöyle cevap vermek gerekir. Uyku uyuma hususunda herkes için geçerli olan bir normal olmamakla birlikte 6-8 saat normal uyku kabul edilebilir. Gerçi uykunun süresi kalitesi ile alakalıdır. Sık sık uykunun bölünmesi ile uyku süresi artar. Yani verimli bir dinlenme için daha uzun süre uyumak gerekir. Oysa rahat normal sıcaklık ve neme sahip bir ortamda uyanmadan uyunan bir uyku daha kısa da olsa yetebilir. Bu nedenle şartlar da göz önüne alınmalıdır.

Uyku insanoğlunun her zaman çok ilgilendiği konular içerisinde yer almıştır. Bunun nedeni her birimizin günlük işlevselliğimizi sürdürebilmek için uyku uyumaya ihtiyacımızın olmasıdır.

Günlük aktivitelerimizi devam ettirebilmek için,verimli olabilmek için bir günde belli sürede uyumamız gerekmektedir. Ve biz,bu gerekli uykuyu alamazsak gün boyu bunun sıkıntısı çekeriz. Unutkan oluruz,sinirliliklerimiz artar, dikkatimiz dağılır, iç sıkıntısı duyarız. Ancak bazen de uykuyu fazla kaçırmaya başlarız. O zaman da, problem olur bizim için. Az uyumak gibi çok uyumakta bir problemdir. Altında yatan sebep araştırılmalıdır. En önemli sebeplerden biri depresyondur. Aşırı uyuma ile birlikte sinirlilik halleri öfke hayattan zevk almama halleri de eşlik edebilir. O zaman konuya daha hassas davranmalı kendimizi bunu sebebine yönelik araştırma yapmaya yönlendirmeliyiz.

Günlük olaylarla etkilenme uyku süresini bozabilir. Mesela sınavımız kötü geçmiş olabilir, eşimizle kavga etmiş olabiliriz yada o gün çok ciddi para kaybetmişizdir. Ama bu tür uyku bozuklukları gelip geçicidir . Sebep ortadan kalktıktan sonra tamamen düzelir.

Bazen de çok uzun uyunabilir. Eğer tembellik etmiyorsak ve uykumuzun aşırı olması çok uzun zamandır varsa ve biz buna rağmen dinlenmemiş kalkıyorsak o zaman ilk önce uyku hijyeni şartlarımızı gözden geçirmeliyiz. Yani yatağımız sağlıklı mı ? Odamızın havası temiz mi? Oda ısısı normal mi ? Geceleri sık sık uyanıyor muyuz ? Tüm bunları gözden geçirdikten sonra hiçbir problemimiz yoksa ve fazla uyumamız hayatımızdaki baz işleri kısıtlamaya başlamışsa artık iş çığırından çıkıyor demektir. Biz uykumuz için bir hekime başvurmalıyız ve sebebe yönelik araştırma yapmalıyız. Kaynağını bulmalı ve bunu halletmeliyiz

UYKU VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

UYKU VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Uyku insanoğlunun her zaman çok ilgilendiği konular içerisinde yer almıştır. Bunun nedeni her birimizin günlük işlevselliğimizi sürdürebilmek için uyku uyumaya ihtiyacımızın olmasıdır. Günlük aktivitelerimizi devam ettirebilmek için,verimli olabilmek için bir günde belli sürede uyumamız gerekmektedir. Ve biz,bu gerekli uykuyu alamazsak gün boyu bunun sıkıntısını çekeriz. Unutkan oluruz,sinirliliklerimiz artar, dikkatimiz dağılır, iç sıkıntısı duyarız. Ancak bazen de uykuyu fazla kaçırmaya başlarız. O zaman da, problem olur bizim için. Az uyumak gibi çok uyumakta bir problemdir. Altında yatan sebep araştırılmalıdır. En önemli sebeplerden biri depresyondur. Aşırı uyuma ile birlikte sinirlilik halleri öfke hayattan zevk almama halleri de eşlik edebilir. O zaman konuya daha hassas davranmalı kendimizi bunu sebebine yönelik araştırma yapmaya yönlendirmeliyiz.

“Uykunun normali nedir ?” diye bir soru sorulursa o zaman şöyle cevap vermek gerekir. Uyku uyuma hususunda herkes için geçerli olan bir normal olmamakla birlikte 6-8 saat normal uyku kabul edilebilir. Gerçi uykunun süresi kalitesi ile alakalıdır. Sık sık uykunun bölünmesi ile uyku süresi artar. Yani verimli bir dinlenme için daha uzun süre uyumak gerekir. Oysa rahat, normal sıcaklık ve neme sahip bir ortamda uyanmadan uyunan bir uyku daha kısa da olsa yetebilir. Bu nedenle şartlar da göz önüne alınmalıdır.

Günlük olaylarla etkilenme uyku süresini bozabilir. Mesela sınavımız kötü geçmiş olabilir, eşimizle kavga etmiş olabiliriz yada o gün çok ciddi para kaybetmişizdir. Ama bu tür uyku bozuklukları gelip geçicidir . Sebep ortadan kalktıktan sonra tamamen düzelir.

Bazen de çok uzun uyunabilir. Eğer tembellik etmiyorsak ve uykumuzun aşırı olması çok uzun zamandır varsa ve biz buna rağmen dinlenmemiş kalkıyorsak o zaman ilk önce uyku hijyeni şartlarımızı gözden geçirmeliyiz. Yani yatağımız sağlıklı mı ? Odamızın havası temiz mi? Oda ısısı normal mi ? Geceleri sık sık uyanıyor muyuz ? Tüm bunları gözden geçirdikten sonra hiçbir problemimiz yoksa ve fazla uyumamız hayatımızdaki baz işleri kısıtlamaya başlamışsa artık iş çığırından çıkıyor demektir. Biz uykumuz için bir hekime başvurmalıyız ve sebebe yönelik araştırma yapmalıyız. Kaynağını bulmalı ve bunu halletmeliyiz

HERKES HİPNOZ OLABİLR Mİ? VE KERKES HİPNOZ YAPABİLİR Mİ?

HERKES HİPNOZ OLABİLR Mİ? VE KERKES HİPNOZ YAPABİLİR Mİ?

Herkes Hipnoz olabilir mi?

Demans hastaları, geri zekalılar, çok yaşlanmış dikkatini bir noktada toplayamayanlar, ciddi akıl hastaları ve küçük çocuklar dışında hemen herkes hipnotize olabilir.

Herkes Hipnoz yapabilr mi?

Evet . Şartları yerine getirdikten sonra herkes hipnoz yapabilir. Ama bazı insanlar bunu daha kolay gerçekleştirirler. Hipnoz olmaya istekli bir kişi , hakikaten hipnoz yapmak isteyen birisi tarafından kolaylıkla transa sokulabilir ama sonrası ne olur bilemem. Dolayısıyla hekimlerin dışındaki insanların bu işle uğraşması tamiri güç durumlara sebep olabilir. Hele ruhsal sorunların tedavisinde Psikiyatristlerin dışında insanların hipnozu kullanmasının kasabın ameliyat yapmasından hiçbir farkı olmadığını hatırlatmak isterim. İşi ehline yani cerraha vermek gerektiği gibi hipnozu ve ruhsal sorunların tedavisini psikiyatristlere bırakmakta fayda vardır diye düşünüyorum. Ne dersiniz

HİPNOZ ALTINDA SIRLARIMI SÖYLERMİYİM?

HİPNOZ ALTINDA SIRLARIMI SÖYLERMİYİM?

Hipnoz olmak üzere olan kişilerin en çok korktukları kirli çamaşirlarinin ortaya dökülmesidir. Ancak şunu bilmekte fayda vardır. Narko analiz ( İlaçla hipnoz oluşturup yapılır) dışında kişi sonradan pişman olacağı yada kişiliğine uygun olmayan bir şeyi ne söyler ne de yapar.

Bu konuda hipnozitör ısrarcı davranırsa trans yüzeyelleşir ve bir süre sonrada kişi kendiliğinden transtan çıkar. Bu tür durumlar ancak filmlerde olur. “Gözlerime bak ve uyu” da filmlerden çıkıp gelmiş bir sözdür ve gerçeklerle bağdaşmaz.

Kısaca söylemek gerekirse hipnoz olan kişi eğer istemezse kirili çamaşaırlarını ortaya dökmez. Çok özel metodlar uygulanmadıkça tabi ki...

HİPNOZ OLAN YA UYANAMAZSA NE OLUR ?

HİPNOZ OLAN YA UYANAMAZSA NE OLUR ?

Hipnoz tamamen telkinle oluşturulan bir durumdur ve yine telkinle normale döndürülebilir. Şimdiye kadar yapılmış milyonlarca hipnoz denemesinde ve konu ile alakalı yazılarda uyanamama diye bir şeyle karşılaşmadım. Bu tamamen fantastik bir durum olup bazı filmlerdeki sahnelerden kaynaklandığını düşünmekteyim.

Kişiye verilen telkinin bitmesinden sonra kişiyi hipnotize eden uyandırmasa bile trans yüzeyelleşir ve kişi bir süre sonra kendiliğinden uyanır. En kötü ihtimalle hipnoz edenin kişiyi uyandıramadan öldüğünü varsaysak bile hipnoz olan kişi bir süre sonra normal uykuya geçerek uyanır.

Kaldı ki aşırı gürültüler, ani ısı değişiklikleri gibi fizik şartlardaki değişimler kişinin transtan çıkmasına neden olur.

HİPNOZ NEDİR ?

HİPNOZ NEDİR ?

Her seyden önce Hipnozun uyku olmadığını bilmekte fayda mülahaza ediyorum. Her ne kadar hipnosis Yunanca da uyku anlamına gelse de (hatta Yunan mitolojisinde uyku tanrısının adı olsa da) yapılan elektrofizyolojik incelemeler hipnoz anı ile uyku halinin tamamen farklı durumlar olduğunu göstermiştir. Uykuda görülen yavas beyin dalgalarının yerine hipnoz sırasında kişinin beyin aktivitelerinin uyanıklığa denk olduğu görülmüştür. Hipnoz kelimesi ilk kez İngiliz hekim Braid tarafından kullanılmıştır.

Hipnozun mazisi çok eskilere dayanmakla birlikte bilimsel mahfillere girmesi F A Mesmer tarafından sağlanmıştır. 18. Yüzyılın son çeyreğinde bazı nörotik hastaların tedavisinde hipnozu kullanan Mesmer hem çok popüler olmuş hem de bir çok hasım kazanmış, kendisi şarlatanlıkla suçlanmıştır. Zira her devirde olduğu gibi o devirde de insanlar doğa üstü güçlere ve bu güçlere sahip olan insanlara çok inanmışlar ve onlardan medet ummuşlardır. Bunu çok iyi kullanan Mesmer hipnoz seanslarına adeta mistik bir hava katarak etkinligini artırmıştır.

Günümüz Türkiye’sinde hipnoz hak ettigi yeri yavas yavas tedavilerde almakla birlikte su-i istimale açık bir saha olarak halen bakirligini korumaktadır. Bunun nedenini ilerleyen satırlarda daha iyi anlayacaksınız.

Hipnozu şu an en çok uygulayanlar sahne illüzyonistleri ve medyumlardır. Bunun yanında Psikiyatristler ve Diş hekimleri de hipnozu pratiklerine almaya başlamışlardır. Ancak yinede bazı kötü niyetli kişiler hipnozu sanki başlı başına bir tedavi edici metodmuş gibi lanse etmekte ve bu yolla hastaları kullanmakta ve onlara zarar vermektedirler. Aslında hipnoz psikiyatrik hastalıkların psikoterapisine yardımcı bir metod olarak kullanılabilir. Hipnoz altında verilmesi gereken telkinler ve diğer psikoterapötik yollar izlenmezse sadece hipnoz yapılmış olması hastalığı tedavi etmez. Bunu şu örnekle daha iyi açıklayabiliriz: Bir cerrahın ve bir kasabın eline neşter verdiğinizi varsayın. Cerrah yaptığı müdahalede nasıl anatomik katları tekrar birleştirmeye uygun keser. Oysa kasap sonrasını düşünmeden neşteri çeker ve tamiri güç yaralar bırakır. İnsanın ruhsal yapısını bilmeyen hastalığın sebepleri konusu üzerinde ihtisası olmayan birinin ruhsal hastalıkları tedavi etmeye kalkması kasabın ameliyat yapmasına benzer ki kişinin ruh sağlığı üzerinde onulmaz yaralar bırakabilir.

Hipnoz günlük stres ve sıkıntılar,sigara alışkanlığından kurtulmak,şişmanlık ve yeme bozuklukları, uyku bozuklukları, konsantrasyon problemleri, fobiler(korkular), cinsel problemler,psikosomatik rahatsızlıklar, dissosiyatif bozukluklar ve diğer psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinde yardımcı araç olarak kullanilabilir.

Ancak hipnozun tek kullanım yeri psikiyatrik hastalıklar değildir. Diş hekimleri anestezide kullanabilirler. Hatta genel cerrahide bile anestezik ajan kullanmadan yalnızca hipnozla yapılan büyük operasyonlar bildirilmiştir.

Ülkemizde hipnozun uzun yıllar ihmale uğramış olmasını materyalist yaklaşımın psikiyatristler arasında çok yaygın olmasına bağlıyorum. Hipnoz altında geçekleşen bazı fenomenleri yalnız madde ile açıklamak mümkün görünmemektedir. Ayrıca psikiyatri pratiğinde biyolojik yaklaşımın ön planda tutulmuş olması da bunda bir etken olabilir. Herkesin kolayca hipnotize olmaması da bunda bir diğer etkendir.

HASTALIK HASTASI

HASTALIK HASTASI

Ülkemiz henüz psikiyatrik hastalıkları anlamış değil. Kültür yapımızda “Hastalık dediğin durumda insanın bir yerinin ağrıması gerekir” anlayışı hakim. Bir çok kişi için hala bir başkasının sıkıntısını anlamak mümkün değil.

Halk arasında yayılmış şöyle bir şey vardır bilmem bilir misiniz ? "En kolay hangi sıkıntı çekilir: Tabi ki başkasının sıkıntısı." Bu nedenledir ki toplumumuzda içim sıkılıyor demek ayıp karşılanmaktadır. Hele bu sıkıntı kadınlarda ise ve birde genç kızın içi sıkılıyorsa altında hep başka mana aranır. Kız evlenmek istiyor da söyleyemiyor galiba denir. Bazen da çabucak bu kızlar evlendirilir.

Bu yüzden sıkıntınız daha somut olmak zorundadır mesela başınız yada mideniz ağrımalıdır. Psikiyatride buna bedenselleştirme (Somatizasyon) denir. O zaman çevrenizden daha çok yardım görür daha çok ilgi alaka bulursunuz. Uzun yıllar boyunca geçmeyen bu tür bedensel hastalıkların altında psikiyatrik bir hastalık arama çoğu zaman hekimlerin de aklına gelmez. Ağrı kesicilerle bir türlü kesilmeyen ağrılar sıkıntı ve gerginlik veren durumlarda hastalık belirtilerinde eğer artma da varsa o zaman psikiyatrik hastalıklar düşünülmelidir.

Daha çok kadınlarda görülen ve somatik (bedensel ) ağrılarla giden somatizasyon bozukluğu ile hastalar doktor doktor dolaşır, çantalar dolusu ilaç alır ancak ciddi bir düzelme olmaz. Stressör faktörler devam ettikçe mevcut hastalıkta devam eder.

SOMATİZASYON - BEDENSELLEŞTİRME - NEDİR ?

SOMATİZASYON - BEDENSELLEŞTİRME - NEDİR ?

Tarihte histeri olarak ta bilinen bu rahatsızlık genellikle 30 yaşından önce başlar ve yıllarca değişik bedensel yakınmalarla devam eder gider. Psikiyatri literatüründe Somatizasyon bozukluğu olarak bilinen bu rahatsızlıkta bir çok bedensel belirti ile giden yakınmalar vardır. En az dört alanda belirti tanımlanır. Baş karın sırt , eklem ağrıları , mide barsak yakınmaları vardır. Ağrı dışında en az bir cinsel yakınmada eşlik eder. Kadınlarda adet düzensizlikleri, ağrılı adet görme bulantı kusama ile giden gebelikler geçiririler. Erkeklerde ise sertleşme bozukluğu ve ejekülasyonla ilgili bozukluklar sıkça karşımıza çıkar.

Ayrıca ağrının dışında mide barsak hareketlerinde bozulmadan tutunda bulantı kusma ve ishale varan belirtiler sıkça karşımıza çıkar.Ancak burada görülen belirtilerin zannedildiğinin aksine amaçlı olarak ortaya çıkarılmadığının bilinmesi gerekir. Gerçi amaçlı olarak belirtileri çıkaranlar da vardır. Onlara somatizasyon bozukluğu demiyoruz zaten.

Bu çoğul bedensel yakınmalar bilinen herhangi bir tıbbi duruma bağlı değildir. Yani bu şikayetlerle başvurulan hekimler belirtilerin ardında herhangi bir hastalık bulamamaktadırlar.

Bu hastalar genellikle yakınmalarını renkli ve abartılı kelimelerle dile getirirler. Etrafınızda tiyatral olarak bunu yaşayan insanlar olmuştur. Hiç böyle karın ağrısı tarifi duymamış oluğunuzu fark edersiniz. Bu hastalar genellikle aynı anda aynı hastalık için bir çok hekime başvururlar bu yüzden karışan tedaviler bazen hastalığın seyrini bile etkiler ve hastalık tablosu hekiminde kafasını karıştırır. Bu yüzdende uzayan ve bitmeyen bir tedavi süreci hasta için hem madden hem de manen bir yük olur.

Mevcut bu yakınmalar sık sık film çektirmeye sık sık hekime müracaat etmeye yol açar. Mevcut yakınmalarla uyumlu bir laboratuvar bulgusu ise çoğunlukla yoktur. Bu nedenle de hastalar hastalıklarının tıp tarafından bile keşfedilemediğinden yakınırlar. Bazen geriye dönüp bakıldığında bir yığın müdahalelerde bulunulduğu fark edilebilir. Hatta bazen ameliyat edilmiş hastalarla bile karşılaşırız.

Bu hastalığın sıklığı %0,2 den %2 ye kadar değişen oranlarda verilmektedir. Uzun süren ancak dalgalı bir seyir gösterir yani belirtiler bazen çok ağırlaşır. Kişinin işi gücü aksar ama genelde hep halinden ve hastalıklarından şikayetçi insanlar olarak karşımıza çıkarlar.

Bu durum kadınlarda erkeklerden daha sıklıkla karşımıza çıkar. Ancak nadiren de olsa görülebilen erkekler vardır ki bu hastalar genellikle çok daha dramtik seyrederler. İşleri bozulur. Üzerlerine düşen vazifeyi hastalıkları nedeniyle yapamazlar. Ve sosyal uyumları bozulur.

SOSYAL FOBİKLERİN ÖZELLİKLERİ

SOSYAL FOBİKLERİN ÖZELLİKLERİ

Yanlız yaşama oranları yüksektir.

Eğitim seviyeleri düşüktür. Özellikle çok erken başlangıçlılarda okul fobisi gibi olur ve başarı düşük olduğu için eğitimlerini sürdüremezler.

Genlellikle ekonomik açıdan bağımlıdırlar yada fobileri dolayısıyla gerçek performanslarını gösteremedikleri için hakettikleri başarıyı gösteremez ve ekonomik anlamda olmaları gereken yerin çok altında yer alırlar.

Başka psikiyatrik problemleri vardır.

Sosyal açıdan toplumdan yalıtılmış bir durumdadırlar.

Zaman zaman yaşadıkları sıkıntılar intiharı düşündürebilir

SOSYAL FOBİ TEDAVİSİ

SOSYAL FOBİ TEDAVİSİ

Sosyal fobi iyi tanımlanmış bir durumdur ve tedaviye iyi yanıt verir.

Fobik kaçınma sosyal ortamlarda duyulan anksiyeteden (sıkıntı) kaynaklanır. İlaçla kişinin sosyal ortamlardan duyduğu sıkıntı azalır.

Genel sosyal fobide ilaç uygulamaları ile başkaları tarafından reddedilme yada eleştiriye maruz bırakılmaya duyulan aşırı hassasiyet azalır.

İlaç tedavisi bağımlılığa yol açmaz. (Doktor kontrolünde olduğu müddetçe.)

İlaç tedavisinde genellikle depresyonda da kullanılan antidepressanlar kullanılır. En az 6 aylık tedavi önerilir. Ancak bu devrede ilaç kesildiğinde kendiliğinden nüksler görülebilir.Daha uzun süreli kullanım önerilir. Hastaların en sık yaptığı yanlış: sıkıntılar hafiflediğinde ilaç kullanımını aksatmalarıdır. Bu yüzden hastalık belirtileri tekrar ortaya çıktığı için hastalık müzmin (kornik) bir hal almaktadır ve kişinin tedavi olamayacağı gibi yanlış bir kanıya saplamasına neden olmaktadır.



Sosyal fobide psikoterapi uygulamanın gerekçesi hastaların negatif yoldaki inançları ile (sosyal ortamlarda başarısızlığın kaçınılmaz olduğu gibi ) yüzleşmelerini sağlamaktır. Sosyal fobinin temelinde bu tür inanların yer aldığı düşünülmektedir.

Hipnozda sosyal fobide psikoterapiye yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadrı. Hastanın sosyal ortamlara uyumu için ve sıkıntı duygusunu yenmesi için oldukça yararlı bir yöntemdir.

Soyal fobi erken başlangıçlı kronik gizli bir hastalıktır.

Tedaviye iyi yanıt verir. İyi tedavi hastanın durumuyla başetmek için zararlı stratejiler geliştirmesini ve depresyon ve alkolizm gibi ek rahartsızlıkların ortaya çıkmasını engeller.

İlaç tedavisi belli bir süre devam etmesi gerekirİlk ay belirgin bir yanıtın alınamayabilecei hatırdan çıkarılmamalıdır.Tek başına yada iilaçla birlikte yapılan psikoterapi sosyal fobide oldukça faydalı neticeler verir.

SOSYAL FOBİ BAŞLAMA YAŞI

SOSYAL FOBİ BAŞLAMA YAŞI

Sosyal fobinin başlama yaşının erken olması ciddi sorunlar doğurur. Okul başarısı etkilenir. Bazıları okulu bırakmak zorunda kalır. Yine bir çok psikiyatrik rahatsızlığın ortaya çıkmasına da yol açabilir. Bunların içinde en önemlisi depresyon, alkol bağımlılığı ve ilaç bağımlılığıdır.

Özellikle batılı ülkelerde yapılan çalışmalarda sosyal fobide alkol kullanımı normal toplum bireylerine oranla 2,5 kat daha yüksek bulunmuştur. Bu da alkolün superegoyu baskılaması daha rahat davranmayı sağlaması ile açıklanabilir ki bu durumda zamanla alkol bağımlılığı riskini artırmaktadır. Alkolikler arasında yapılan bir çalışmada sosyal fobi görülme sıklığının normale oranla 9 kat fazla olduğu tespit edilmiştir.

İntihar düşünceleri ve girişimleri sosyal fobide yaşanan sıkıntıya bağlı olarak sık görülmekle birlikte sosyal fobiye başka psikiyatrik rahatsızlıklar ilave olduğunda daha da artmaktadır. Dolayısıyla sosyal fobi bir an önce tanınmallı ve tedavi edilmelidir. Sosyal fobisi olanlar genel nüfusa oranla şu farkları gösterirler.

SOSYAL FOBİ NEDİR ?

SOSYAL FOBİ NEDİR ?

Sosyal ortamlarda başkaları tarafından inceleme altında tutulduğu korkusu performans gösterilmesi gereken durumlarda eleştirilme yada küçük düşme korkusunun yaşanmasıdır.Ve kişi bu korkunun yaşanmasından kurtulamak için bu tür sosyal ortamlara girmekten kaçınır. Kaçınma nedeniyle kişinin sosyal mesleki yada aile yaşamı etkilenir.

Sosyal fobi iki farklı şekilde görülür.

Genel: Korkular hemen her durum için geçerlidir.

Özel:Yalnızca özel bazı durumlar için geçerlidir. (Başkalrının önünde imza atmak, yemek yemek vs gibi.)

Sosyal fobide en sık karşılaşılan belirtiler şu şekilde sıralanabilir.

Çarpıntı
Titreme
Terleme
Kaslarda gerginlik
Midede rahatsızlık hissi
Göğüste sıkıntı hissi
Sıcak yada soğuk basması
Başta ağırlık hissi-Başağrısı

Bu durumda kişi zaman içerisinde bu belirtilerle yaşamaya alışabilir. Ancak hayatının değişik alanlarını kısıtlamaya başlayan belitiler bir gün iş güç yapmayı da engellemeye başlarsa işi için tedavisi şart bir durum haline gelir.Yaşanan bu belirtiler kişide derin bir korku ve heyecan hali lie birlikte görülür.

Korkulan durumlardan kaçıma davranışı genellikle çok belirgindir.Ve bazen tam bir sosyal yanlızlıkla sonuçlanabilir. Korkulan durumlarda kaçınmak için olmadık şeyler yaparlar. Bir seminer vermesi gereken kişinin seminer iptal olsun diye ayağının kırılmasına bile sevineceğini söylemesi hatta bunun için dua ettiğini söylemesi olayın ne kadar sıkıntı verici olduğunu anlatmak için yeterli olur sanırım.

Sosyal fobisi olanlar genelde aşağıdaki durumlarda sosyal fobi belirtilerini yoğun olarak yaşarlar.

*Topluluk önünde konuşmak.
*Bir işle uğraşırken seyredilmek.
*Başkalarının önünde yemek yemek-içmek.
*Otorite konumundaki kişilerle temas etmek.
*Misafir kabul etmek
*Başkaları ile tartışmak
*Toplulukta telefonla konuşmak.
*Tanımadığı kişilerin gözlerinin içine bakmak,
*İlgi odağı olmak.
*Başkalarının önünde yazı yazmak.


Sosyal fobi belirtilerini bazen kişi kaygı belirtilerinden birisi imiş gibi düşünebilir.

Korkulan durumdan kaçma davranışı genellikle çok belirgindir. Tam bir sosyal yanlızlığa yol açabilir. Başlangıç yaşı sosyal fobide çok erkendir. Hastaların % 40’ında başlangıç yaşı 10’un altındadır. Hastaların %95’inde ise başlangıç 20’nin altındadır. Okul fobisi olan çocukların %40’ında ise sosyal fobi olduğu belirtilmektedir.

STRES VE SONUÇLARI

STRES VE SONUÇLARI

Günümüz toplumunun en önemli rahatsızlıklarından biri STRES. Kelime anlamı gerginlik olan bu durum kendini: sürekli vücut ağrıları, baş ağrısı, yorgunluk halsizlik aşırı sinirlilik gibi belirtilerle ortaya çıkarıyor.

Hayatımızdaki her türlü değişim stresi oluşturabilir. Daha çok istenmeyen değişiklikler stres oluştursa da bazen arzulanan ve istenen değişimlerde strese neden olabilir. Mesela piyangodan büyük ikramiyeyi belki herkes bekler ama bu durumun getirdiği değişimi kaldıramayıp ciddi stres yaşayanlar çok görülmüştür. İstenmeyen değişimleri kontrol etmek elimizde olmadığından onlarla mücadele etmek daha zordur ve stresi artırır. Ruh dünyamızda ciddi sıkıntılarla kendini gösterir.

Bireyin kendisi bazen stres kaynağı olabilir. Yıllar boyunca edindiğiniz alışkanlıklar bazen stres sebebi olabilir.

Fiziki şartlarında stres faktörü olabileceğini unutmamak gerekir. Aşırı gürültü ortamları, stresi ortaya çıkarabilecek bir faktördür.

Sürekli gergin iş ortamı: Günümüzün önemlice bir kısmının geçtiği iş ortamındaki gerginlik en önemli stres kaynaklarından biridir.

Sürekli gergin aile yaşantısı: Aile yaşamındaki gerginlikler kaygı derecemizi fazlaca artırabilir.

Stres her zaman olumsuz değildir. Zaman zaman başarıyı artırıcı bir faktörde olabilir. Bizim için sorun oluşturacak durum olumsuz, hayatımızı kötü etkileyen “stres” dir.

Onunla mücadele ederken mücadele ederken takip edilecek birkaç yol var.Stresimizin geçmesini zamana bırakmak doğru bir yaklaşım değildir. Bun çözmek için aktif mücadele gerekir.

Stresi ortaya çıkaran durum değiştirmeye çalışmak.

Stresi doğuran durumu kabul etmek,

Stresi doğuran durum yok etmek,

Stres faktörüne boş vermek

Kendi kendimize yenemediğimiz stresler için profesyonel yardım alınabilir

PANİK ATAĞIN SIKLIĞI VE TEDAVİ

PANİK ATAĞIN SIKLIĞI VE TEDAVİ

Genel olarak anksiyete bozuklukları (genel karekteri sıkıntı olan bir grup rahatsızlık) toplumun %8.3’ünde görülür.
Panik bozukluğun görülme sıklığı ise % 1.5- % 3.5 (artalama olarak kadında% 2.1, erkekte % 0.6) Görüldüğü gibi kadınlarda daha sık görülür.
Başlangıç yaşı: Ergenliğin sonları - 30 yaş


TADAVİ

Bu bozukluğun tedavisi yapılmadığı taktirde genellikle kişinin sosyal işlevselliğini kıstlamaya başlayan bir hal alır ki. Sosyal mesleki işlevselliğin bozulması ile kişinin ekonomik kayıpları da başlar. Bu durum hastalığın şiddeti ile doğru orantılıdır.

Tedavisinde ilaçlar ve psikoterapi kullanılır.

PANİK ATAK NEDİR ?

PANİK ATAK NEDİR ?

Aşağıda sayılan 13 bedensel ve bilişsel belirtiden en az dördünün eşlik ettiği yoğun korku ve rahatsızlık hissi.

*Çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama
*Terleme
*Titreme ya da sarsılma
*Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma
*Soluğun kesilmesi
*Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı duyma
*Bulantı ya da karın ağrısı
*Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma
*Derealizasyon ya da Depersonalizasyon (Dış dünya yada kendisi gerçekliğini kaybetmiş gibi hissetme.
*Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu
*Ölüm korkusu
*Uyuşma ve karıncalanma duygusu
*Üşüme ürperme ve ateş basması

Bu belirtiler genellikle 10 dakika gibi bir sürede yoğunlaşarak doruk noktada sıkıntı verir sonra da genellikle yavaş yavaş azalır. Bu durum bir kez olursa panik nöbet olarak isimlendirilir. Ancak tekrarlamalarla gideceğinden kişi nezaman olacak diye beklentiden dolayı sıkıntı duymaya başlar ki buna beklenti nksiyetesi denir. Bu anksiyete nedeniyle dışarı yanlız çıkmaktan korkmaya yanında birisi olmadan uzağa gitmekten kaçınmaya başlar. Tekrarlayan panik nöbetlere ve kaçınma davranışının eşlik ettiği duruma panik bozukluk denir

PSİKOTERAPİ NEDİR ?

PSİKOTERAPİ NEDİR ?

Psikiyatrik tedaviler hep diğer hastalıklardan farklı ve değişik görülegelmişter. Bunun bir nedeni de diğer hastalıklarda uygulanmayan bir yöntemin yani psikoterapinin uygulanmasıdır. Ancak çoğu insanlar psikiyatristler dışı hekimler de dahil olmak üzere bunu pek bilmmemektedirler. Bu yöntemle psikiyatrik hastalığın sebebine yönelik bilinçlendirme yapıldığı doğrudur.

Ancak klinik olarak psikiyatrik bir rahatsızlığı olan hastaların hepsinin psikoterapiye ihtiyaçlarının olup olmadığı sorusu sık sık gündeme gelir. Eğer bu soru hastalık hakkında bilgilendirmenin gerekip gerekmediği anlamında soruluyorsa, cevabı evettir. Eğer bazı gizli psikolojik nedenlerin ortaya çıkarılması ve çözümlenmesi için yapılandırılmış bir danışmanlık anlamında soruluyorsa, cevabı hayırdır.

Hastalarda genellikle depresyonun ortaya çıkmasına sebep olabilecek nitelikte psikolojik sorunlar ortaya çıkmaz. Kişiler arası ilişkilerdeki problemler ya da düşük benlik saygısına yönelik formel danışmanlık şeklinde psikoterapi uygulanabilir.

Depresyonu olmak ve böyle bir danışmanlığa ihtiyacı olmak arasında bire bir ilişki yoktur. Depresyonu olan bir çok hastada etkili bir ilaç tedavisi uygulandıktan sonra benlik saygısı ya da kişiler arası ilişkilerle ilgili sorun kalmaz. Tersine olarak bu tür sorunları olan fakat hiçbir zaman depresif atak geçirmemiş insanlar da vardır.

Kısaca psikoterapi gereksinimi her hastaya göre değişir. Bazen yalnızca ilaçla tedavi yeterli olurken bazı hastalarda hem psikoterapi hem de ilaç kullanılabilir. Bazende tek başına psikoterapotik yöntemler kullanılır

Depresyonun Diğer ucu MANİ

Depresyonun Diğer ucu MANİ

Depresyon en çok bilinen duygudurum bozukluğudur. Ancak yaşanılan çökkünlüğün zıttı bir şekilde duygulanımın taşkın bir hal aldığı bir psikiyatrik rahatsızlık vardır ki ona da mani diyoruz. Mani halk arasında pek bilinmeyen bir hastalıktır. Yaşam boyu görülme sıklığı % 1'dir. Yani 100 kişide bir kişide görülür. Oysa bu oran depresyon için %3-5 tir.

Çok iyi bilinmediği içinde bu sorun bazen kişinin kendisine ve bazen de çevresine zarar vermesine yol açabilir. Bu nedenle iyi tanınmalı ve tedavisi ihmal edilmemelidir. Genel özelliği hastanın günlük işlevselliğinde belirgin bozulmaya sebep olan ve hastanın muhakeme yetisini bozan inatçı biçimde yükselmiş, kabarmış veya aşırı uyarılmışlık hali ile giden bir duygudurum bozukluğudur. Bu aşırı uyarılmış ve taşkın halin en az bir hafta sürmesi bu hastalığın tanısını koymak için gereklidir. Ancak bazen mizaç o kadar yükselmiş olur ki 1-2 günlük bir süre bile hastalığın tanısını koymak için yeterli olabilir.

Bu duygudurum bozukluğu sırasında aşağıdakilerden en az 3 ünün varlığı gereklidir.

Kendine güvende abartılı ve aşırı bir artma olması. En güçlü benim benim her şeye gücüm yeter. (Bazen peygamber yada tanrı olduğunu bile iddia edenler olabilir.)



Uyku gereksiniminde azalma ( Mesela sadece 2-3 saatlik bir uyku ile günlerce idare etme ve dinlenmiş hissetme halinin varlığı)



Her zamankinden daha konuşkan olma yada etrafındakileri konuşmaya tutma hali.

Fikirle öylesine hızlı değişir ki zihnindeki u uçuşmayı konuşma hızı yakalayamaz ve daldan dala atlama olur.

Dikkatte aşırı bir dağınıklık olur ve basit ayrıntılar bile dikkatini dağıtabilir.

Motor faaliyetlerde aşırı bir artma vardır. Yaptığı işin amacına yönelik davranışlar ve hareketler artar.

Kötü sonuç verme ihtimali, yüksek zevk veren etkinliklere aşırı katılma (sonucunu hesap etmeden ani kararlar verip uygulamaya koyma gibi) .Aşırı para harcama ve aptalca yatırımlar yapma (imkanlarına kıyasla ileride maddi sıkıntı oluşturacak boyutlarda harcama yapma),düzensizce cinsel ilişkilerde bulunma .

Bu rahatsızlık uzun süre psikiyatrik tedavi gerektiren ve tekrarlama ihtimali olan bir rahatsızlıktır. Ve zaman zaman depresyonla seyreden dönmeler de görülebilir. İlaç tedavisine iyi cevap veren bir rahatsızlıktır.

Psikiyatrik Hastalıklar Her zaman Tekrarlar mı?

Psikiyatrik Hastalıklar Her zaman Tekrarlar mı?

Psikiyatrik hastalıklar doğaları gereği zaman zaman tekrarlama riskleri olan hastalıklardır. Ve daha önce depresyon gibi bir hastalık geçirmişseniz tekrarlar mı diye endişenizde haksız sayılmazsınız. Hiç hasta olmayan birinin hastalanması riski nasıl varsa daha önceden hastalanmış biri de hastalanabilir. Ancak risk biraz daha fazladır. Bunu depresyon için değerlendirelim. Geçirilmiş bir atak varsa ve bu ilk ataksa , ailede hasta kimse yoksa bir daha hiç hastalanmama şansı % 50 dir. Eğer daha önce geçirilmiş hastalık 2 yıldan uzun sürmüşse daha sonra hastalanma riskimiz yüksek demektir. Tekrarlayan her hastalık atağı riskimizi artıracaktır. 1.derece akrabalarda (anne,baba,kardeşler gibi) hastalık varsa daha fazla risk altındasınız demektir.

Psikiyatrik rahatsızlıklar artık eskiye oranla çok daha iyi tedavi edilmektedir. Bu gerek ilaçların gelişmesi gerekse hastalıkların daha iyi öğrenilmesi ile alakalıdır. Yani artık hekimler bazı hastalıkları daha iyi öğrendiler ve daha iyi tedavi etmeyi başarabiliyorlar.

Hastalıklar tedavi edilebilir risk altında olanlar daha dikkatli olursa tablo tam oluşmadan başvurduklarında daha kolay tedavi olurlar.

Hastalık tekrarı için risk faktörleri:
Ailede başka bireylerde hastalık varlığı
Daha önceki hastalığın uzun sürmesi ( 2yıl ve üzeri) ve zor tedavi edilmiş olması.
Daha önce birden fazla kez hastalık geçirmiş olmak.

Hastalık tekrarlamasını önlemenin en iyi yolu önceki atağı iyi tedavi etmektir.

Bu yüzden tedavinizi kesmeden önce mutlaka hekiminize danışın.

Depresyonda Işık Tedavisi

Depresyonda Işık Tedavisi

Depresyon çağımızın ruh hastalıklarının vebası gibi değerlendirilmektedir. Yaygınlığı ve tedavisinin başka psikiyatrik rahatsızlıklara oranla yüz güldürücü olması dikkatlerin hep üzerinde toplamasına neden olmuştur. Ve bu arada hekimler tedavi için hep yeni arayışlar içerisinde bulunmuşlardır.

Tedavi için yapılan araştırmalar öncelikle depresyonun nedenine yönelik araştırmaların artmasına neden olmuştur. Yapılan beyin araştırmaları rahatsızlığın kaynağına yönelik bir çok farklı durumu tespit etmiş olmakla birlikte beyinde bulunan bir merkezin (corpus pineale) güneş ışığıyla uyarılması neticesinde beynin daha aktif ve canlı uyarı olduğu keşfedilmiş. Bu buluş özellikle kuzey ülkelerinde kış aylarında havanın kapalı olduğu zamanların çok fazla olması nedeniyle gün ışığından oldukça az faydalandığı tespit edilmiştir.

Bu durum güneş ışığının suni olarak verilmesi ile tedavide fayda sağlanabileceği tezinin öne sürülmesine neden olmuş ve denemişlerdir. Bir süre sonra hakikaten faydalı neticeler alınmış insanlar daha az depresif bulunmuştur. Ancak yinede bu tedavi yeterince faydalı bulunmamıştır. Başka tedavi yöntemleri araştırılmaya devam edilmiştir.

Bir süre önce gazetelerde gördükleri bir haber neticesinde depresyonlarını bu ampullerden çıkan ışıkla tedavi ettirmek istediğini söyleyen bir grup hastam oldu. Şunu hatırlatmakta fayda var. Bu ışık ne kadar iyi taklit edilirse edilsin güneş ışığının kalitesini asla yakalayamaz. Ve kaldı ki Türkiye en az güneş alan bölgesi olan Doğu Karadeniz bölgesi dikkate alındığında bile böyle bir tedaviye ihtiyaç göstermemektedir. Çünki Türk insanı güneşten faydalanmak adına coğrafi olarak çok şanslı bir noktada yaşamaktadır.

Bu anlamda ışık tedavisini dışlarken hatırlatma fayda var şu an depresyon için en etkili tedavi metodu ilaç ve psikoterapinin birlikte uygulanmasıdır.

Sıkıntının Ne Kadarı Normaldir ?

Sıkıntının Ne Kadarı Normaldir ?

Sıkıntı insanlık tarih kadar eski bir histir. Bu his, hissedeni tarafından çoğunlukla iç sıkıntısı huzursuzluk, gerginlik, daralma şeklinde ifade edilir. Bu hisle hepimiz günlük hayatımızda tanışırız. Ancak gelip geçici olduğunda pek etkilenmeyi. Bazen sıkıntılarımız öylesine yoğunlaşır ki işimizi gücümüzü yapmamıza mani olacak bir hal bile alabilir. Sürekli gergin ve tedirgin olduğunuzu düşünün; Hayattan zevk almanız azalır, dikkatinizi toparlayamazsınız, işe gitmeyi canınız istemez eskiden zevk alarak yaptığınız bir çok işi artık boş ve anlamsız bulursunuz.

Sıkıntının bariz ve yaşadığınız durumla uyumlu bir nedeni varsa bu doğal bir duygu yansıması olarak değerlendirilebilir. Ancak eğer bu anlamda bir sebep yokken siz kendinizi sıkıntılı ve gergin hissediyorsanız bunu biraz incelemek gerekir.

Burada hemen şu soru akla geliyor sıkıntının normali var mıdır ? Evet her insanın hayatında hastalık olmadan yaşadığı normal bir sıkıntı vardır. Ciddi kayıplar (para, sevilen birinin kaybı vs gibi) bir süre için kaybın kişi için anlamı oranında sıkıntıya sebep olabilirler. Ancak bu süre işimizi gücümüzü engelleyecek boyuta ulaşmışsa, sosyal ilişkilerimizi bozuyorsa artık eskiye kıyasla asabi olmaya başlamışsak sınırlar aşılmış normalin ötesine geçilmiş olur. En çokta depresyonda bu durumu yaşarız. Depresyonun en önde gelen belirtisi zaten duygu duruma hakim ola sıkıntı ve isteksizlik halidir.

Sözün özü sıkıntınız 2 haftadan daha uzun bir süredir devam ediyorsa; sosyal mesleki ve aile yaşantınıza negatif yansımaları varsa sıkıntının normal sınırı aşılmaya başlanıyor emektir. Dikkatli olmalısınız.

Hazan Mevsimi Hüzün Mevsimi Olabilir

Hazan Mevsimi Hüzün Mevsimi Olabilir

Yaklaşan sonbahar hangimizi hüzünlendirmez ki ? Düşen sarı yapraklar çoğunlukla insanın içindeki hüzün duygusunun harekete geçirir . İnsanlar hayatlarında da benzer Sonbaharları yaşarlar. Şarkı sözlerinde de sonbaharın hüzün verici özelliği hep dile getirilmiştir.

Yalnız şarkı sözlerinde değil bilimsel araştırmalarda sonbahar ve ilk baharda Depresyon ve Mani gibi ruhsal rahatsızlıkların arttığını ortaya koymuştur. Özellikle çökkün duygulanım(Yani mutsuz ümitsiz ve halsiz hissetme), iş güç yapma isteğimizde azalma sabahları yataktan kalkmak istememe, iştahsızlık, keyifsizlik, yorgunluk hissi, cinsel isteksizlik, bazen hayatı yaşamaya değmez bulma hemen herkesin az çok hissettiği şeylerdir.

Bu duygular hazan mevsiminde (Sonbaharda) kabarır. Bir çok insan bunu hisseder ama az bir kısmımızın günlük yaşamını etkiler. Eğer günlük yaşantımızı bu duygular etkilemeye başlamışsa, işimizi yapamıyorsak her zamankinden çabuk sinirlenip etrafımızı kırıyorsak ve 2 haftadır bu durum değişmemişse giderek de artıyorsa hazan mevsimi hüzne gebedir denebilir. Bu durum önceki yıllarda da olmuşsa bu yıl daha dikkatli olmalısınız.

Bu sonbahar umarım 1999 yılı sonbaharında milletçe yaşadığımız felaketleri unutturur. Sonbaharla birlikte eskiden psikiyatrik sorunu olanlar biraz daha gerildiler. Bazılarınınsa eski rahatsızlıkları nüksetti. Yapılması gereken tedavisi devam eden hastaların kesinlikle aksatmamaları. Belirtileri nüksedenlerin de doktorları ile bir an önce irtibata geçmeleri gerekir.

Sorunlarınızı geçmişteki kadar yoğunlaşmadan bir an önce hekiminize başvurun.

Depresyon

Depresyon

En az iki haftalık süre içerisinde aşağıdaki belirtilerden en az beşi sizde varsa sorgulanmalıdır.


*Çökkün bir ruh hali,ilgi kaybı yada yaptıklarından zevk alamama durumu,
*Günlük iş ve gücünü yapamama,günlük işlere karşı isteksizlik,
*Perhiz yapmadığı halde aşırı kilo kaybetme yada kilo alma
( Bir ayda vücut ağırlığının %5 inden fazlasını alma yada verme.) İştah kaybı yada aşırı iştah.
*Hemen her gün aşırı uyma yada uykusuzluk,
*Sıkıntı huzursuzluk yerinde duramama,
*Kendini yorgun bitkin halsiz hissetme (enerjisi çekilmiş gibi hissetme)
*Kendini değersiz aşağılık yada suçlu gibi hissetme,
*Dikkatini bir noktaya toplayamama,
*Cinsel istekte aşırı azalma yada istek kaybı,

Halk arasında sıkıntı ile giden bütün hastalıklar depresyon olarak adlandırılmaktadır. Ancak depresyon bunların hepsinin ötesinde özel bir durumdur. Yukarıda saydığımız belirtilerin hepsinin herkeste görülmesi beklenmez. Önemli olan bu belirtilerin kişinin sosyal mesleki ve insani ilişkilerinin ne kadar etkilendiğidir. İş güç yapamayan insani ilişkilerini sürdürmekte zorlanmaya başlayan bir kişi hastalık sınırlarını zorlamaya başlamış demektir. Çünkü depresyonun da kendi içerisinde basamakları vardır. En ağırından Major depresyonla depressif yakınmaları olan bir kişi arasında dağlar kadar fark vardır. Ancak her ikisi de sonuçta bir birine dönüşebilir.

Sayılan belirtiler içerisinde birbirine zıt görünen belirtiler olmakla birlikte depresyonun farklı alt tiplerinin ayrımı ancak uzman bir gözle ve belirtilerin tümü birlikte değerlendirildiğinde olacak bir iştir.

Etrafınızdaki herhangi bir kişide bu belirtiler varsa ve günlük hayatını etkiliyorsa bu kişi depresyonda olabilir dikkatli olun. Bu belirtiler herkeste zaman zaman olabilir. Dikkat etmek gereken en önemli iki noktayı tekrar hatırlatalım.

1-Belirtilerin süresi

2-Günlük yaşamı ne kadar etkiledikleri.

Tedavide iki ana prensip vardır.

1-İlaçla tedavi,

2-Psikoterapi metotları.

Bu iki yöntem birlikte uygulandıklarında eni iyi cevaplar alınır.

Bütün hastalık belirtileri geçtikten sonra yapılması gereken şey en az 6 ay daha ilaç kullanımı ve belirli aralarla psikiyatristinizle görüşmektir. Unutmayın bir kez depresyon geçirmek ikincisinin daha kolay gelmesine işarettir.

Sorularınızı mail yoluyla gönderebilirsiniz.